9 Ağustos 2010

.garajın topal orospusu

Film okulunu yeni bitirmiştim. Bir iki arkadaşımla beraber parası olmayan üçüncü sınıf müzik gruplarına klip çekmeye çalışıyorduk fakat canımızı dişimize takıp çalışmak yerine daha çok içmeyi tercih ettiğimiz için işler boktan gidiyordu. İçmesek bile irtiabata geçtiğimiz hiçbir grup ya video için para ödemeye yanaşmıyordu yada klip çekmeyi düşündükleri parça için yazılan hikayeleri beğenmiyorlardı. Parasızlık devam ederken torbacılara olan borcumuzda katlanıyordu ve birşeyler yapılması gerekiyordu. Yine bir gün içerek içinde bulunduğum bu boktan durumdan nasıl sıyrılacağımın planlarını yaparken telefonum çaldı. Günde iki kereden fazla çalmazdı. Önemli bir şeyler olduğu kesindi. Sigarayı küllüğe bırakıp telefonu açtım.




Kapitalist bir petrol firması ülkenin hemen her ilini gezerek yeni çıkardıkları bir ürünün tanıtımını yapacaktı. Kamera kullanmayı bilen birine ihtiyaçları vardı ve bu işin haberini aldığım sıralarda parasızlıktan kıvranıyordum. Üç ay sürecek bir roadshowa çıkıp bu süre boyunca İstanbul’dan uzak olma fikri de iyi gelmişti. Ayrıca yolda daha sonra yazacağım romanım için bir çok saptama yapabilirdim. Kitap bir yolculuk hikayesiydi ve bir yolculuk hikayesi yazabilmem için asfaltı iyice tanımam gerektiğine inanıyordum. İş teklifini ilk duyduğum zaman aklıma kumsala park etmiş bangır bangır müzik çalan enfes bir tır ve tırın içinde çalışan, yolculuk boyunca aynı otellerde konaklayıp birlikte takılacağımız, ajanslar vasıtasıyla gelmiş bir sürü hatun siluetinin yanı sıra içinde bulunduğum boktan bulanıklıktan bir süreliğine kurtulup değişik bir şeyler yaşama düşüncesi geldi. Siktir olup uzaklaşacaktım ve tatil gibi bir işte çalışıp biraz para yaptıktan sonra geri dönecektim. Bu yüzden, “Tamam,” dedim. “Varım ben.”



İş görüşmesine gittim ve işverenle yaptığım kısa bir sohbetten sonra işe alındım. Yolda kullanacağım kamerayı kurcalarken adam bana neyin nasıl yapılacağını ve olacaklarla ilgili bir sürü zırva anlatıyordu. Onun bütün söylediklerine, ‘Sorun değil, üstesinden gelirim, tamam, merak etme…” gibi cevaplar verirken aklım yolculuk sırasında tanışacağım hatunlarda ve yapacağım tatildeydi. Kullanmam için verdikleri kamera Sony-Z1’di. O zamanlar piyasaya yeni çıkmış oldukça iyi bir kameraydı. Dikdörtgen şeklide parlak ve dört kilo kadar da ağır olan bir kutusu vardı. Kutunun içinde mikrofon, bataryalar, şarj cihazı, temizleme süngerleri, girişler ve kablolar doluydu. Kamerayla birlikte bir de ölü eşek ağırlığında demir ve paslı bir tripod verdiler. Sonra yapmam gereken çekimleri anlattılar. Yolculuk esnasında tır yolda giderken, tır bir şehre giriş yaparken, tır show alanına girerken, kurulum yapılırken, organizasyon esnasında ve tır show alanından çıkarken çekim yapacaktım. Benim için çocuk oyuncağıydı. Harcamam gereken kaset sayısı hakkında da hiçbirşey söylemediler. Dilediğim kadar kaset bitirebilirdim. Bu harikaydı. Plajlarda dolaşan bikinili hatunları ve tırın etrafında eğlenen insanları çekecektim. En azından kurulum günü gelene kadar öyle düşünüyordum.



Kurulum için İkitelli sanayi sitesine gittik. Büyük bir tır yolun kenarına park etmişti. Üzerine petrol firmasının resimleri yapıştırılmış tırın arkadaki büyük kasası özel olarak hazırlanmıştı. Kasa tırın içinde bir düğmeye basıldığında enine doğru açılarak genişliyor ve normal ebatının iki katı büyüklüğe ulaşıyordu. Tır kasasının içine ışık, ses, görüntü ve bilgisayar ekipmanları takılırken yol boyunca birlikte çalışacağım ekibin bir kısmıyla da tanışmış oldum. Tanıştıklarımın hepsi erkekti ve tanıtımı yapılacak ürün yeni çıkan bir motor yağıydı. Kızların yolculuk başladığında geleceğini düşünüp moralimi bozmadım. Montaj üç gün sürdü. Üçüncü günün sonunda bütün ekip bir araya toplandı. Ekip yirmi üç kişiden oluşuyordu ve hepsi de benim gibi saptı. Ayrıca tanıtım benim düşündüğüm gibi plajlarda ve kumsallarda değil kamyon garajlarında yapılacaktı. Ürünün hedef kitlesi kamyon ve tır şoförleriydi. Hayatını yollarda geçiren göbekli, iri ve beyinsiz adamlardı müşteri kitlemiz. İstisnalar dışında hemen hepsi kavgacı, hantal ve cahildi. Aralarında bir çok götçü olduğunu da duymuştum. Montaj esnasında ekibimize şeflik edecek olan herif bu yüzden kulağımdaki küpeleri çıkarmamı söyledi ve onunla tartıştık. Bunu ilk söylediğinde onun saçmaladığını düşünmüştüm. Oldum olası bu tip insanlardan nefret etmiştim çünkü.



Sonuçta işle ilgili hayallediğim herşeyi yıkıp gerçeğin kurallarını kabullendim ve yolculuğun başlayacağı gün gelip çattı. Kızlar yoktu, kumsal yoktu ve eğlence yoktu. Abazan bir ekiple birlikte abazanlığın doruk noktasına varmış kamyon şoförlerine ürün tanıtımı için çalışacaktım. İlk sekiz gün İstanbul’da tanıtım yapılacaktı. Şehrin farklı yerindeki sekiz tır garajında günlerimi geçirirken ekip arkadaşlarım ve işin ne olduğu hakkında bir çok şey öğrendim. Ekiptekiler on dokuz– elli beş yaş arasında değişiyordu. En yaşlımız tırı süren şofördü, en gencimiz ise iş başladıktan iki hafta sonra ayrılacak olan genç bir çocuktu. Ekipte anlaşabileceğim pek fazla insan yoktu. Genç olanlar çoktan kendi aralarında bir arkadaş grubu oluşturmuşlardı ve zaten ben de onların aralarına katılmayı hiç düşünmedim. Hepsi daha önce hayatımda görmediğim kadar abazaydı ve çoğu eğitimsizdi. Ayrıca esrar içtiğimi öğrendikleri için benimle aralarında belirli bir mesafe olmasına özen gösteriyorlardı. Çoğu ülkenin ücra şehirlerinde yetişip büyümüş bu gençler için ben tehlikeli bir piçtim fakat onların bana karşı olan bu çekimserliği umrumda değildi. İşimi yapacaktım, tatilimi yapacaktım ve yolu iyice tanıyacaktım. Boş zamanlarımda kırk yaşlarını geçmiş heriflerle takılıyordum ve onlarla gençlerden daha iyi anlaşıyordum. Kamyonu süren şoförle arkadaşlık yapmaya karar verdim çünkü adam hiç de tekin bir herife benzemiyordu. Kısa sürede kanka olduk, birlikte takılmaya başladık. Sonra bir gün bana kendisinin deli raporu olduğunu söyledi. Tahminlerimde yanılmamıştım. Ben de esrar içtiğimi söyledim ona. O günden sonra dostluğumuz daha da arttı ve ne zaman canım bir sigara yapıştırmak istese ondan anahtarları alıp narinimi kamyonda sardım. Dört arabamız vardı. Gösterinin yapılacağı tır, promosyon ürünleri ve malzemeleri taşıyan kamyon, ekibi taşıyan servis minibüsü ve içinde ekip başı, animatör ve benim yolculuk yapacağım Vito. Servisin dar ve sıkıcı koltuklarına göre içinde sigara içilebilen mercedesin arka koltuğu bana verildiği için kendimi şanslı sayıyordum.



Sekiz günün sonunda İstanbul ayağı bitti. İlk kez şehir dışına gidecektik. … ’a. … ’da bir gece konaklayacak, ertesi gün çalışacak ve akşam geri İstanbul’a dönecektik. Program böyleydi ve böyle de oldu zaten. … ’a vardıktan sonra akşam olana kadar şehirde turladık ve otele geri dönüp uyuduk. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra iş elbiselerimizi giyip, tır garajına yollandık.



Şehir merkezinin biraz ilerisindeki garaja vardıktan sonra kurulumu yapıp çalışmaya başladık. Dışarıdaki standlardan kayıt olduktan sonra otuzarlı gruplar halinde tırın içine girip tanıtıma katılan kamyoncuları çekmeye başladığımda artık olacak herşeyi biliyordum: Petrol firmasının şarkısı eşliğinde kamyoncular tırın içine girer, tırın içinde diskovari bir ortam vardır. Renkli spotlar yanar, ışıklar döner, adamlar tırın içindeki yansıtıcıdan duvardaki beyaz fonun üzerine vuran kendi görüntülerine bakıp sevinirler. İçeri konulmuş taburelere yerleşip otururlar, çayları ve kuru pastaları gelir. Animatör çıkıp onlara yeni çıkan motor yağını tanıtır, ürün gösterilir ve özellikleri anlatılır. Ardından oynak bir göbek havası eşliğinde kamyonculara göbek attırılır ve finalde de yapılan çekilişle heriflere promosyonlar dağıtılır. Anahtarlık, tişört ve yelek. Sonra kamyoncular gider, görevli elemanlar tırın içini bir sonraki gösteriye hazırlar ve yeni bir otuz kişi içeri alınır…



Öğle yemeği için mola verildiğinde tırı kapatıp dışarı çıktık. Yemeğimi yedikten sonra kendime bir bardak çay doldurup tırın arka kısmında bulunan küçük bakkal tarzı yerin önündeki banka oturup bir sigara yaktım. Tır garajının içinde bulunan bakkaldan bozma bu yerin yan tarafında küçük bir camii vardı. Günlerden Cuma olduğu için namaz için hazırlanan adamlardan oluşan bir kalabalık yavaşça artıyordu. Topallayarak yanıma geldi ve banktaki boşluğa oturdu. Selam verdi, selamına karşılık verdim ister istemez.



Ardından gülümseyerek konuşmaya başladı. Önce söylediklerini fazla umursamadım. Tırın ne için burda olduğunu sorarak başladı ve nereli olduğuma kadar geldi. Kısa cevaplar verdim ve konuşmanın uzayacağını fark ettiğim zaman çayımı bitirip tırın içine geri döndüm. Kamyoncuların oturduğu yumuşak taburelerin üzerine uzanıp biraz kestirdim. Yeniden dışarı çıktım. Bıraktığım yerde oturuyordu. Nazik bir şekilde beni yanına çağırdı, gittim. Bakkalvari dükkanı işleten adama bir kola getirmesini söyledi. Herif kolayı getirince şişeyi bana uzattı ve, “İç,” dedi. “Terlemişsin.” Şişeyi almamak için ısrar ettim fakat nazik bir şekilde ısrarını sürdürdü. Sikimde değildi, sıcaktan bunalmıştım; teşekkür edip şişeyi aldım ve yudumladım. Adımı sordu, söyledim. Kendi adının da Ali olduğunu söyledi. “Adaşız!” deyip sevindi. İstanbul’un neresinde oturduğumu sordu. Oturduğum yeri biliyordu, daha önce oralara gelmişti. Ardından beni Çanakkale’deki yazlığına davet etti. “Bir gün kesin gel.” dedi, “Birlikte piknik yaparız. Arkadaşlarını da getir. İstediğiniz kadar kalırsınız, hiç sorun değil. Denizin kenarında harika bir köy. Kafanızı dinlersiniz. Manitanı da getir.” Teşekkür ettim yeniden. Nazikti ve sürekli konuşuyordu. O kadar kibar davranıyordu ki, bir türlü “Siktir git.” diyemiyordum. Bu şekilde davranan birini siktir edemezsin zaten. Konuşmaya devam etti. Lafı cinselliğe getirdi. İstanbul çocuğu olduğuma göre çok fazla karıyla beraber olmuştum. Piçin tekine benziyordum. Karıları nasıl sikmiştim? Neler yapıyordum? Nasıl karılarla birlikte oluyordum? O sormaya devam ettikçe söylediklerini geçiştirici yanıtlar verdim. Fakat bir süre sonra muhabbetin dozu hardcorea kaçmaya başladı. Bir karıyı götten sikmiş miydim? Ön kapıyı mı daha çok seviyordum yoksa arka kapıyı mı? Yoksa benim için kapının yerinin bir önemi yok muydu? En son ne zaman bir kapıdan girmiştim? Kaç tane manitam vardı? Düzeyi en dibe çekilmiş bir erkek sohbeti başlamıştı artık. Ardından ona iyi günler dileyip oradan kalkarak işime dönmemi sağlayan soruyu sordu: Hiç oğlan sikmiş miydim?



Öğle yemeği bitti fakat Cuma namazı vakti geldiği için mola süremiz kırk beş dakika kadar daha uzadı. Oralarda dolanırken yeniden yanıma geldi ve namaza gideceğini söyledi. “Allah kabul etsin.” dedim ve yeniden uzaklaştım. Sürekli yanıma gelip gitmesi canımı sıkmaya başlamıştı. Namaz devam ederken garajdan çıkıp yolun karşısındaki sahile gittim. Kenarındaki kumsaldan bozma açıklığa sıra sıra tırların ve kamyonların park etmiş olduğu sahile vardığım zaman cebimdeki otu sarabilecek bir yer aranmaya başladım. Dorselerin arasından geçip denizin kenarına kadar yürüdüm. Kamyonunun içinde uyuyan bir şoföre yelek sözü verdikten sonra kimsenin olmadığı bir yere oturup sigaramı sardım. Denize bakarak içtim otumu. Kafamın kırılmış olmasının rahatlığıyla garaja geri döndüm. Ağzım kurumuştu. Tıra girip birkaç bardak su içtim. Ardından bol şekerli bir çay alıp bir köşeye oturdum ve beklemeye başladım. Tırın yeniden açılmasına yirmi dakika vardı. Kafam iyi olduğu için hiç kimseyle konuşmadım. Mp3 çalarımı takıp müzik dinledim.



Namaz bitti ve tır açıldı. Yeniden çalışmaya başladık. Kameramın başına geçtim ve çekime başladım. Kafam iyi olduğu zamanlarda çok daha iyi çekimler yapıyordum. Kesinlikle böyleydi. O kadar iyi bir performans çıkardım ki kamyonculardan bazıları kendilerini yarışma programında gibi hissettiler. Onlar gidip tır yeniden boşalınca dışarı çıktım ve gölgedeki banka oturdum. Bizim kamyonun şoförü ile sohbet ediyorduk. Seneler önce boşandığı karısını ve aylardır göremediği oğlunu anlatıyordu. Onu dinlerken başıma musallat olan herifin yeniden yanımıza geldiğini gördüm. Selam verdi ve oturdu. Ardından konuşmaya başladı. Bir mafya babasının adamlarının geçenlerde burada birisinin kafasını kestiğinden bahsediyordu. Psikopatlar ve mafyalar hakkında bildiklerini anlatmaya başladı. Onları orada bırakıp yeniden tıra döndüm ve bir gösteriyi daha çektim.



Gösterinin ardından dışarı çıktığım zaman onu orada oturuken gördüm. Duvarın dibindeki gölgeliğe gidip sigara yaktım. Kafam açılmaya başlamıştı ve bir sigarayla durumu devam ettirmeye çabalıyordum. Benden sigara istedi, verdim. Yeniden konuşmaya başladı. Sonra muhabbeti bir kez daha seks konusuna getirdi. Karılar ve kapılardan bahsediyordu. Daha önce bir çok kez seks yapmış olduğum için gurur dolu gibiydi. Aşk diye bir şey de var, diyerek konuyu kapatmaya çabalasam da sikiş muhabbeti bir türlü bitmiyordu. Elindeki tesbihi cebine koyup telefonunu çıkardı ve numaramı istedi. Söyledim, yazdı ve hemen aradı. Cebimdeki telefonumun çaldığını duyunca ona yanlış numara vermediğim için içi rahatladı. “Kaydet beni Ali abi.” dedi. Benden on üç yaş büyük olmasına rağmen sürekli ‘abi’ diye hitap ediyordu.



Yarım saat sonra telefonum çaldığında onun adını görünce hiç şaşırmadım. Telefonu açtım. Bizim ekibin animatörüyle birlikte bahçede armut topladıklarını söyledi ve beni de çağırdı. Animatörümüz en az yüz otuz kilo olduğu için armut teklifini red edememişti. “Çalışıyorum,” dedim ve telefonu kapattım. On beş dakika sonra animatörle birlikte ellerinde iki poşet armutla tırın yanına geldiler. Poşetlerden birisini ekibe verdi, diğerini ise bana uzattı. “Bunu eve götür.” dedi. Poşeti almamakta ısrar ettiysem de inatçılığını sürdürdü. Teşekkür edip poşeti aldıktan sonra servis şoförüne verdim torbayı. “Dağıt millete yesinler.” dedim. Bir kez daha yanıma geldi ve yeniden sikiş muhabbeti yapmaya başladı. Ağzının ortasında bir tane patlatmamak için kendimi zor tutsam da ona katlandım.



Akşam olmak üzereydi. Garajdan ayrılmamıza bir saatten biraz daha fazla süre kalmıştı. … ’dan İstanbul’a geri dönecektik ve bu dönüş yolculuğunu ayık bir şekilde geçirmeyi istemiyordum. Etrafta sigara sarabileceğim bir yer arandım. Garajın tuvaleti kilitliydi. Park etmiş tırların arkalarında dolandım fakat müsait bir yer bulamadım. Yeniden sahile gittim fakat etraf önceki gibi ıssız değildi. Geri garaja döndüm. Düşündüğüm tek şey cebimdeki sigarayı yapıştırabilecek bir yer bulmaktı.



Telefonum çaldı. Elime telefona attığımda adını gördüm. Açtım. Bana bir şey vereceğini, gitmeden önce kesinlikle bunu almam gerektiğini söyledi. Garajın karşısındaki bahçeye gelmemi söyledi. Çalıştığımı ve vaktimin olmadığını söyleyip telefonu kapattım. Beş dakika sonra yanıma gelmişti. Kolumdan tutup kendisiyle birlikte gelmem için yalvardı. Onunla birlikte gidersem saçma sapan bir olay yaşayacağımdan emindim. Neler olacağını merak etmediğimi de söyleyemem. Karşısında durup onu tepeden aşşağıya süzdüm.



Otuzlu yaşlarındaydı. Ortaboylu ve zayıftı. Üzerinde boktan bir gömlek ve kumaş bir pantolon vardı. Ayağında da elbiselerine uyumlu ayakkabılar. Esmerdi. Kirli sakalları ve siyah saçlarının altındaki suratının üzerinde derin bir yara izi vardı. Bu izin tek bacağının aksamasıyla bir alakası olduğundan neredeyse emindim. Eğer kötü bir şey olursa onu bir yumrukta yere sereceğimden hiç şüphem yoktu. Bu yüzden “Tamam, gidelim.” dedim ve ekipten birine onunla birlikte gittiğimi söyledikten sonra birlikte yürümeye başladık.



Garajın tam karşısında Devlet Karayolları’na ait prefabrik bir kooperatif vardı. Yapının ağaçlar ve otlarla dolu bir bahçesi vardı. Yan tarafındaki sahilde park halinde duran tırlar ve kamyonlar, arkasında ise yüksek bir vinçin gözüktüğü bir tershane. Oraya doğru yürürken ona hayatı hakkında sorular sordum.



Çanakkale’de büyümüştü. Askerliğini bitirdikten sonra bir süre İstanbul’da takılmıştı. Oraları iyi bilirdi. Çeşitli işlerde çalışmıştı fakat doğru dürüst bir mesleği yoktu. Üç sene önce bir trafik kazası geçirmişti. Arabası yoldan çıkıp şaranpolden yuvarlanmıştı. Bacağının topal olması ve yüzündeki kesik izleri de bu yüzdendi. Özürlülere verilen emeklilik maaşını alabilmesi için bir süre çalışması gerekiyordu ve bu yüzden de Devlet Karayolları’na girmişti. Prefabrik yapının içinde kalıyor oranın temizliği, bakımı ve düzenlenmesi gibi işleriyle ilgileniyordu. Sekiz aydır buradaydı. Emekli maaşını alabilmesi için üç sene çalışması gerekiyordu.



Birlikte bahçeye girdik. Eliyle tek katlı yapının içerisini gösterip, “Orada.” dedi. Hala boktan bir durum olursa onu yere devirebileceğimi düşünüyordum bu yüzden yürümeye devam ettim. Cebindeki anahtarla plastik doğramadan yapılmış kapıyı açtı, birlikte içeri girdik. Ardından kapıyı kitleyip gülümsedi. Bir okul koridorunu andıran yapının içine göz gezdirdim. Ortadan uzanan bir koridor sağındaki ve solundaki kapılara açılıyordu. Bana kaldığı odayı gösterdi. Bir yatak, küçük bir televizyon, bir vcd ve elbise dolabı. Vcd’de film izleyip izlemediğimi sorduğumda porno filmlerini gösterdi. Elimi yüzümü yıkamak için lavabo olup olmadığını sordum. Bana duşları gösterdi ve “İstersen duş al,” diye ısrar etti. Elimi yüzümü yıkayıp çıktım.



Koridorun sonuna yürüdük. Sağ taraftaki kapı geniş bir mutfağa açılıyordu. “Sen bugün çok yoruldun,” dedi ve içecek bir şey vermek için eline bir bardak alıp buzdolabını açtı. Bardağa biraz süt koydu, biraz meyve suyu ve üzerini de suyla doldurdu. Bu saçma sapan kokteyli bana uzatırken, “Güç verir.” diye ekledi. Bardağı aldım fakat bir yudum bile içmedim.



Ardından mutfaktan çıkıp tam karşıdaki odaya girdik. Bu odanın karşısındaki kapı küçük bir terasa açılıyordu. Kapıyı açtı ve terasa çıktık. Terasın sağ tarafında üzerinde fesleğenler dikilmiş küçük bir tuğla duvar vardı. Fesleğenleri göstererek, “İşte,” dedi. Ardından boş bir yoğurt kovası alıp kovaya toprak doldurmaya başladı. Bu sırada bir sigara saracağımı söyledim ona. Tahmin ettiği bir şeyi öğrenmiş gibi sevinçle gülümsedi. O kovayı toprakla doldururken ben de sigaramı sarmaya başladım. Hacı Hüsrev dalgasıydı ve çok sağlamdı. Yolculuğu çekilebilir hale getiriyordu. O fesleğenlerden birini topraktan çıkarıp kovanın içine koyarken sigarayı sarmayı bitirdim. Kovayı bana uzattı, “Al,” dedi, “Bu çiçeği evine götür, büyüt. Baktıkça da beni hatırla.” Avucumu çiçeğe sürüp elimi kokladım. Oldum olası fesleğen kokusundan hoşlanırdım. Teşekkür edip saatime baktım. Yirmi dakika sonra tır garajdan çıkacaktı ve benim çıkış çekimi yapmam gerekiyordu. Genel bir plan alacağım için tır çıkmadan en az beş dakika önce garajın yüz metre ilerisinde kameram açık bir şekilde yerimi almam gerekiyordu. Sigaramı içmek için on beş dakikam vardı, yeterdi. O da vaktimin kısıtlı olduğunu biliyordu. Terastan çıkıp prefabrik yapının içine girdiğimiz kapının önüne geldik. Buradan bakıldığında garaj görülebiliyordu. İki sandalye çekti ve oturduk. Konuşmaya devam etti. Yine seksten bahsetmeye başlamıştı. Sigaram yarıya varmıştı ve kafam gerçekten iyi olmuştu. Bu herifle yaşadığım bu saçmalığın cevaplarını alma vaktim gelmiştim



“Sana bir şey soracağım.” dedim

“Sor Ali abi.” dedi.

Gözlerinin içine bakıp, “Sen eşcinsel misin?” diye sordum.

Biraz durdu, hafifçe gülümsedi ve ardından, “Evet.” diye cevap verdi.

O an gözümde bir kadından hiçbir farkı kalmadı. İçimdeki bütün korkuların yerini ona karşı bir acıma aldı. “İyi,” diye cevap verdim. “Ben değilim.”

Soran gözlerle bana baktı.

“Sabahtan beri sikişten bahsedip duruyorsun,” diye devam ettim. Kafam kırılmış olduğu için hiç çekinmeden gayet rahat konuşuyordum. Artık ona karşı hiçbir korkum kalmamıştı. O psikopat ve tehlikeli görüntüsünün altında bir kadın ruhunun yattığını fark etmiştim. “Biraz sonra gideceğim,” dedim. “Telefonumun sende olması bir şeyi değiştirmez. Kendi ağzınla söyledin, piçin tekiyim. Yola çıktıktan sonra sikimde olmaz, numaranı silerim ve aradığın zaman cevap vermem.” Gözlerinde bir anlık bir korku belirdi. “Eğer telefonunu açmamı istiyorsan, şimdi benimle doğru konuşacaksın.”

“Tabii Ali abi.” dedi. “Sor ne sormak istiyorsan?”

Yaşadığım bu saçma sapan şeyle ilgili bütün cevapları öğrenmek istiyordum. Sigaramdan bir nefes daha çektikten sonra, “Anlat,” dedim. “Neden benimle bu kadar yakınlaşmaya çalışıyorsun? Amacın ne?”

Yüzüme bakıp gülümsedi. “Allah’ın var Ali abi,” dedi. “Yakışıklı adamsın. Seni ilk gördüğüm anda hoşuma gittin. Kafamdan bir sürü şey geçti. O yüzden yaklaştım sana.” Elini dizime koydu ve ardından yavaşça eğilip fısıldadı. “İnan bana,” dedi, “Şurda çıkarsan ağzıma alırım.” Gözlerimin içine bakıp gülümsedi.

Elini dizimden çekerken, “Bunu bir iltifat sayıyorum.” dedim.

Kahkaha attı. “İyi,” dedi, “Ne sayarsan say.”

“Pasif misin?” diye sordum.

“Evet,” dedi.

“Az önce namaza girdin?” dedim.

“Buralardaki çevreye delikanlı gözükmek zorundayım.” dedi ve elindeki tespihi gösterdi. “Bu tespih, bu elbiseler, yaptığım bu racon… Aslında hepsi rol, hepsi yalan. Ama bunu sürdürmek zorundayım.”

Bakışlarımı garaja çevirip, “Buraya bir sürü kamyoncu gelip gidiyor,” dedim, “Heriflerin çoğu abaza. Onlardan birine…”

“Senin gibi yakışıklı olanlara veriyorum zaten.” dedi.

“Ben almasam daha iyi,” dedim nazikçe.

Kalbi kırılmış gibi suratıma baktı. “Seni gördüğüm zaman böyle bir cevap vereceğini hiç düşünmemiştim.” dedi.

“Niye?” diye sordum. “Götçüye mi benziyorum ben?”

Bir kahkaha daha attı. “Yo, öyle demek istemedim.” dedi. “Çok geniş bi adama benziyorsun. Beni sikmek senin için sorun olmayacaktır, diye düşündüm.”

“Olur,” dedim.

Elini yeniden bacağıma atıp yalvarır gibi, “En azından ağzıma versen?” diye sordu.

Elini bacağımdan çekerken, “İmkansız,” dedim. “Kusura bakma, ben erkeklerden tiksiniyorum. Seks konusunda bana hiç çekici gelmiyorlar. Güzel olan kadın vücudu.”

“Olur mu canım sen de…” dedi.

“Olmaz işte.” dedim, “Ben de onu söylüyorum. Hem bak gayet delikanlı bir adama benziyorsun. Senin ağzına vermem hiç yakışık almaz. Bunu yakıştıramam kendime.”

“En azından biraz emeyim,” dedi.

“Böyle ısrar etmeye devam edersen buradan gittikten sonra yüzümü hiç göremeyeceksin.” dedim.

Beni kaybetmek istemiyormuş gibi, “Tamam.” dedi. “Bu turne ne zaman bitecek?”

“Üç ay var.”

“Üç ay sonra, bittiği zaman buraya gel.” dedi. “İki karı bulacağım. İkisini de ben ayarlayacağım. Oteli de öyle. Birlikte onlara kayalım, olmaz mı?”

“Olabilir,” dedim. “Ama senin orada sana kaymam için elinden geleni yapacağından eminim. Bunu bunun için istiyorsun zaten.”

“Arada bana da soksan ne olur ki?” diye sordu.

“Şansını zorluyorsun,” dedim.

“Tamam, o zaman şöyle yapalım,” diye önerdi. “Sen o karılardan birine sokarsın; ordan çıktığın zaman senin soktuğun deliği yalarım ben de.”

“Fantazilerde sınır tanımıyorsun.”

Güldü, “Öyle,” dedi. “Ne diyorsun? Var mısın buna?”

“Bakarız,” dedim. “Söz vermiyorum ama.”

“Tamam,” dedi. Saatime baktığımı görünce, “Ne kadar zamanın var?” diye sordu. Elimdeki sigaranın dörtte üçü bitmişti. Kafam taşşak gibi olmuştu artık. “Şu sigara biter bitmez kalkmam gerekiyor.” dedim.

“Cigaran bitene kadar elime versen?” diye sordu.

“Böyle devam edersen beni unut.” diye cevap verdim.

Yeniden arkasına yaslanıp bir süre sessiz kaldı. Sonra bana verdiği garip kokteyli gösterip, “İçmedin hiç bundan.” dedi. “İçsene.”

“Canım istemiyor,” deyip elimdeki sigarayı gösterdim. “Bu kesti beni.”

Gülümsedi. “Gittiğin zaman seni arayacağım,” dedi. “Bundan rahatsız olmazsın değil mi?”

“Ara,” dedim. “Fark etmez.”

“Sen telefonunu açmazsın ama…”

“Sikiş muhabbeti yapmacaksan açarım.”

“Yapmam,” dedi. “Ama dayanamıyorum işte…”

Bir nefes daha çekip saatime baktım. Beş dakikadan daha az sürem kalmıştı. Siktir olup gitmem gerekiyordu. Geç kalacaktım. Çekimi yapamazsam sıçtım demekti. Çekimi yapamama gibi bir şansım yoktu.

“Sana bir şey göstereceğim,” dedi ve oturduğu sandalyeden kalkıp odasının kapısından içeri girdi.

Onun dışarı çıkmasını beklerken karşıdaki garaja bakıp sigarayı daha hızlı içmeye başladım. Üç yada dört nefeslik bir şey kalmıştı. Tırın kasasının yan kapaklarının kapandığını gördüm. Ekip toplanmaya başlamıştı. Gitmem gerekiyordu. Oturduğum sandalyeden ayağa kalkarken odadan dışarı çıktı. Elinde büyük bir vibratör vardı. Gülümseyerek vibratörü bana gösterdi. “Nasıl?” diye sordu.

“Yarrak işte,” dedim. “Bununla mı tatmin ediyorsun kendini?”

“Evet,” dedi. “Doğru dürüst birini bulamadığım zaman buna siktiriyorum götümü.”

“İyi,” dedim. “Benim gitmem gerekiyor, tır toplanmaya başlamış.”

Kapının dışarısındaki garaja baktı. Sonra elinde tuttuğu vibratörü ağzına götürdü ve kafasını emdi. “İşte,” dedi, “Eğer izin verseydin senin sikini böyle emecektim.”

Psikopat görünüşlü bir adamın plastik bir yarrağı yalamasını izlemek midemi bulandırdı. Elimle kapıyı gösterip, “Kapıyı açacak mısın?” diye sordum.

Elinde tuttuğu vibratörü emmeye devam ederek başını salladı ve kapıya yürüdü. Kemerine takılı anahtarlığı çıkarıp kapıyı açtı. Vibratörü arkasına sakladı. Kapıya doğru yürüdüm. Kapının önüne vardığım zaman, “Hiç değilse,” dedi, “Seni doğru dürüst öpmeme izin ver. Dışarıda bunu yapamam.”

“İmkansız.” dedim ve kapıdan dışarı çıktım. Yeniden açık havaya çıkmak beni rahatlatmıştı. Kilidin açılmış olması iyiydi. Bitmişti artık ve herifin benimle ilgili düşüncelerini öğrenip olayın sonuna varmakla birlikte sigaramı da içerek kafamı kırmıştım.



Elini sıkıp vedalaştım. Kooperatifin bahçesinden hızlı adımlarla çıkarken arkamdan yeniden görüşeceğimizi sesleniyordu. Yola çıkıp karşıya geçtim ve garajın içine girdim. Kafam iyi olduğu için olan biten oldukça saçma geliyordu fakat hepsi gerçekti. Korkutucu görünüşlü topal bir adam benden kendisini sikmemi istemişti. Bunu yaşamıştım. Gerçekten garipti. Çoktan toplanıp hazırlanmış ekibi gördüğüm zaman bu yaşadığım şeyi bir gün yazmam gerektiğini düşünüyordum. Ekip başından ortalarda olmadığım için fırça yedikten sonra koşarak alanın ortasında duran kameram ve tripodumu kaptım. Ardından koşmaya ara vermeden garajdan çıkarak yolun ilerisine doğru devam ettim. İyi bir resim yapabilmem için garajdan yüz metre kadar uzaklaşmam gerekiyordu.



Koşarken arkamdan duyduğum bir sesle birlikte durdum. Bu onun sesiydi. Dönüp baktığım zaman kucağında tuttuğu fesleğen saksısıyla birlikte topallayarak bana doğru yürüdüğünü gördüm. Çiçeği kaldırıp, “Bunu unuttun,” diye seslendi. Elinde tuttuğu fesleğen saksısına bakarken bir an için onun korkutucu görüntüsünün altında yatan ruhunun duygusal tarafını gördüm. Ne kadar ibne olsa da çiçeği ardımsıra taşıması hoştu. Fakat uzaklaşmaya devam ettim. Ben uzaklaştıkça peşim sıra topallayarak gelmeye devam ediyordu.



Ardıma dönüp garajın kapısına olan uzaklığıma baktım. Buradan istediğim planı çekebilirdim. Tripodu kurup kamerayı üzerine yerleştirdim. Yolu da almak istediğim için yere yakın bir açı seçmiştim. Beş altı metre ilerime kadar geldikten sonra durdu ve çiçeği yolun kenarına koydu. “Bunu almayı unutma Ali abi,” dedi.



“Tamam, sağ ol.” dedim ve yeniden kameraya döndüm. O geri dönerken kamerayı açtım. Vizördeki resmin sol köşesine yolun kenarında duran fesleğen saksısı da girmişti. Saksıyı resimden çıkarıp garaja odaklandım. Tır ve ardındaki kamyon çıkmak üzereydi. Ardından kararımı değiştirip yolun kenarındaki çiçeği de resmin içine soktum.



Resim yolun kenarında duran bir fesleğenle açılır. Hafif panla yol görünür, ardındaki garaja doğru hafif zoom olur. Tır garajdan çıkar ve yola girip kameraya doğru ilerlemeye başlar. Ardından kamyon da çıkar. İkisi birlikte ilerlerler. Zoom outla resim açılır. Tır ve kamyon yoldan geçerek resimden çıkarken, yolun kenarındaki fesleğen saksısı yeniden görünür…





Çiçeği servisin şoförüne verdim. Bunu karıma götürürüm, diye sevinip armutlara atladığı gibi onu da zevkle aldı. O gün İstanbul’a geri dönerken sürekli yaşadığım bu olayı düşünüp durdum. Eve döndüğümde diğerlerine de anlattım. Herkes çok şaşırdı. Beni ara sıra aradı sonra numarasını telefonumdan sildim. Bir gün aradığında “Sen kimsin?” diye sorduğum zaman kalbi kırılmış olmalı ki, bir daha aramadı. Roadshow macerasına bir buçuk ay dayanabildim. Dizüstü bilgisayarım Eskişehir’de bir otelde kırıldıktan sonra zararımın karşılanmaması üzerine işi bırakma kararı aldım ve geri İstanbul’a döndüm.



Yolculuk boyunca yolla ilgili bir çok şey de öğrenmiş oldum, notlar aldım, bazı tecrübeler edindim. Hala o kitabı yazmaya başlamış değilim. Sanırım gelecek üç sene içinde de başlamayacağım. Roads için daha fazla asfalt kokusuna ihtiyacım var. Yolla ilgili öğrendiklerimi ise başka bir zaman anlatırım. Bu tır garajının topal orospusunun hikayesi.

1 yorum:

  1. Emperor Casino in Casino, Nevada - Shooting Or Casinos
    Our website is the source for the best and 샌즈카지노 most trusted in the gambling industry. Join us for 제왕카지노 a wide variety 인카지노 of games, including Roulette, Slots,

    YanıtlaSil