Rönesans
mimarisinde yapılmış eski ve heybetli binanın kapısından içeri girdiğim zaman
karımın zırvalarını dinleyip de buraya gelmiş olduğuma inanamıyordum fakat son
zamanlarda yaşadığım talihsiz olayların gölgesinden doğan engelleyemediğim bir
itkinin sanki beni ayaklarımdan sürüklermiş gibi buraya getirmesine de engel
olamamıştım. Yağmurlu ve karanlık şehrin kalabalık bir caddesinin üzerindeki
çarpık sokaklarından birinde olmasına rağmen eski binanın giriş kapısından
geçtikten sonra çıktığım geniş zemin oldukça ferah ve aydınlıktı. Galerinin
vitrin ve güvenlik bölümünün karşısındaki koyu mavi duvarın önü boyunca
sıralanmış karşılama masaları olmasa kendimi geniş bir sergi galerisindeymiş
gibi hissedebilirdim fakat İyi Hissettirme Şirketi’nden ilk içeri girdiğim
zaman unuttuğumu sandığım bütün iyi hislerim dipsiz bir uçurumda son sürat
düşmekteydi. Son zamanlarda uzun süredir kendimi iyi hissedebildiğim hiçbir
anımı hatırlamıyordum ve etrafımdaki insanları da mutsuzluğumla huzursuz eder
hale geldiğimi düşünen karımın zorlamalarıyla buranın yolunu tutmak zorunda
kalmıştım. Bu şirketin moralimi yeniden yerine getiremeyeceğine dair kararlı
bir inançlılıkla boş masalarda oturan görevlilerden birine doğru ilerledim.
Danışma
masasının arkasında oturan sarışın ve sağlıklı görünümlü kadının üzerinde
hosteslerin giysilerini andıran koyu mavi bir etek, koyu mavi bir yelek, koyu
mavi çizgili beyaz bir gömlek, beyaz bir fular ve üzerinde İ.H.Ş. yazılı bir iğne olan koyu mavi bir
şapka vardı. Masasına doğru yürürken gülümseyerek beni karşılamak için saygıya
oturduğu yerden ayağa kalktı. Sanırım müşteriler tarafından daha net ve
aydınlık görünebilmesi için tepedeki gizli bir spot onun üzerine çevrilmişti,
üzerine vuran bu ışık yüzünden sürekli gözlerini kısarak konuşuyordu ve
üzerindeki koyu mavi elbisenin etrafında uçuşan toz zerreleri bile ışık
sayesinde rahatlıkla seçilebiliyordu.
‘İyi
Hissettirme Şirketi’ne hoş geldiniz, bayım,’ dedi gülümseyerek. Tokalaşmak için
uzattığı elini sıktım ve karşısındaki sandalyeye otururken, ‘Hoş bulduk.’ diye
cevapladım.
Sandalyesine
oturup masanın üzerine koyduğu dirseklerini kırıp parmaklarını birbirine
kenetledikten sonra köşeli yüzü söyleyeceklerimi dinlermiş gibi bir ifade
takındı ve lafı uzatmasına fırsat bırakmadan,
‘Ben…’ diye direkt konuya girdim. ‘Sanırım kendimi kötü hissediyorum…’
Güven
verici pozisyonunu bozmadan, ‘Sizi anlıyorum,’ dedi. ‘Bu konuda size yardımcı
olacağımızdan ve en kısa sürede sizi yeniden mutlu bir hale getireceğimizden
emin olabilirsiniz.’ Sonra sevgiyle gülümsedi.
‘Sorun
şu ki, buraya karımın isteğiyle geldim.’ dedim ve ‘Aslında sizin moralimi
düzeltebileceğinize de pek inanmıyorum.’ diye itiraf ettim.
Yüzünde
bir anlık şaşkınlık ifadesi belirdi sonra yeniden yumuşayıp ciddiyetle,
‘Bayım,’ dedi. ‘İyi Hissettirme Şirketi hizmet vermeye başladığı günden beri
başvuran bütün hastalarını tedavi etmiştir.’ Söylediğinin önemini vurgulamak
istercesine elini kaldırıp, ‘Bir hastamız bile bu binadan tedavi olmadan
ayrılmamıştır.’ diye ekledi.
‘Ününüzün
farkındayım,’ dedim. ‘Fakat iyileşebileceğime inanmıyorum.’
‘Bayım,
size tek bir soru sorabilir miyim?’
‘Evet,
buyurun.’
‘En
kötü ruh halini 1 en iyi ruh halini 99 varsayalım, şu anki durumunuza kaç
verirdiniz?’
‘Sanırım
5… ya da altı… taş çatlasa 7… bilemedin sekiz… ’
‘Anlıyorum,
ama inanın bana düşündüğünüz kadar kötü durumda değilsiniz.’
‘Bunu nereden
bilebilirsiniz?’
Birden sanki
bir kafede sohbet ediyormuşuz gibi dostça bir tavır takınıp, ‘Bayım,’ dedi,
‘Sekiz senedir bu işi yapıyorum ve inanın bana sizden çok daha kötü insanlar
gördüm.’ Cevap vermeme fırsat bırakmadan, ‘Size bir form vereceğim ve bu
formdaki soruları cevaplayacaksınız, tedavinizin doğru olabilmesi için bütün
sorulara dürüst bir şekilde cevap vermeniz çok önemli.’ diye devam etti ve koyu
mavi masasının çekmecesinden koyu mavi bir form kağıdı çıkartıp koyu mavi
kalemlikten üzerinde İ.H.Ş. yazan koyu mavi bir kalemle birlikte kağıdı bana
uzatıp, ‘Sonra da size uygun olan tedavi paketlerinden birini seçeceğiz ve
hemen tedavinize başlayacağız.’ diyerek bitirdi sözlerini.
Kağıtla
kalemi alırken, ‘Anladım,’ dedim ‘Şu sıralar işim dolayısı ile benim zamanım
oldukça kısıtlı, yani bu günlerde hastaneye yatamam.’
Güven verici
bir şekilde gözlerimin içine baktıktan sonra, ‘Sizi temin ederim, merak
edilecek hiçbir şey yok.’ dedi. ‘Tedaviniz tahmin edeceğinizden çok daha kısa
sürecek.’ Sonra çok önemli bir şeyi unutmuş gibi bir tavırla, ‘Kimlik kartınızı
alabilir miyim?’ diye sordu.
Kartımı
uzatırken, ‘Henüz tedavi olmak istediğimden emin değilim,’ dedim ve bilgisayarı
işaret ederek, ‘Oraya beni kaydetmeyin.’ diye uyardım.
‘Kayıt için
değil,’ dedi. ‘Biz müşterilerimizin kaydını tutmayız. Sadece tedavi ücretini
ödeyebileceğinizden emin olmamız gerekiyor, bayım. Aksi halde tedaviye başlayamayız.
Ben bilgilerinizi kontrol ederken siz de formu doldurun lütfen.’ Sonra yardım
edermiş gibi gülümsedi ve ‘Ne de olsa pek fazla vaktiniz yok.’ diye ekledi.
Görevli
bilgisayarda kayıtlarıma bakarken verdiği formu önümdeki koyu mavi sehpanın üzerine
koyduktan sonra doldurmaya başladım. Birinci bölümde isim, adres gibi bilgiler
isteniyordu, el çabukluğuyla bunları tamamladıktan sonra ikinci bölüme geçtim.
İkinci bölümde ruh halimin şu an ne durumda olduğunu saptamak için sorulan test
sorularını cevapladım. Dört sorudan oluşan testin dörder şıkkı olduğunu göz
önüne alınca hangi tedavi paketine ihtiyacım olduğunu verdiğim üstün körü
cevaplarla belirlenmiş olacağı sonucunu çıkardım çünkü İyi Hissettirme
Şirketi’nin hastalarına sunduğu 4 çeşit tedavi paketi vardı ve test kağıdındaki
cevaplara göre bunlardan birini seçiyorlardı. Oysa ben en azından tedavi
öncesinde bir psikiyatrla konuşacağımı düşünmüştüm fakat binadan içeri
girdikten sonra yaptığım bütün gözlemlerden İyi Hissettirme Şirketi’nin kusursuz
kapitalist bir mantıkla işliyor olduğunu fark ederek hayal kırıklığı yaşasam da
hastalara müşteri tedaviye ise paket program muamelesi yapılmasını
kabullenmiştim, sonuçta yaşadığımız dünya böyle bir yerdi. Ruh bilimiyle
ilgilenerek bozulmuş ruh sağlığını dört soruluk üstünkörü bir ankette belirleme
yöntemini kullanarak bugüne kadar kendilerine tedavi olmak için gelen
hastalarının tamamını nasıl tedavi edebildiklerini merak ediyordum ve sırf bu
yüzden formun üçüncü kısmına geçerek doldurmaya devam ettim. Üçüncü kısım biraz
garipti, tedavi sırasında olabilecek herhangi bir kaza, aksilik ya da ters
giden bir olay için hastadan sorumluluğu kabul etmesi isteniyordu. Burası
oldukça ilgimi çekmişti, demek ki tedavi –nasıl bir tedavi yöntemi uygulandığı
şirketin sırrıydı ve tedavi olan hastalar kesinlikle bu süreci
hatırlayamıyordu- sırasında tehlikeli yöntemler kullanılıyor fakat bunların ne
olduğu açıklanmıyordu.
Formu
doldurup masanın üzerine bıraktım ve biraz etrafa bakındım. Giriş kapısının
karşısındaki mavi duvar boyunca uzanan masalarda insanlar ve görevliler
oturmuştu, kimileri kendi aralarında konuşuyor kimileri ise az önce yaptığım
gibi kendilerine verilen formları dolduruyordu. Yan masadaki adam da formunu
doldurup görevliye vermişti. Görevli kağıda bir göz gezdirdikten sonra adama 2
numaralı kapıyı işaret etti. Üzerinde devasa harflerle İYİ HİSSETTİRME ŞİRKETİ yazan
mavi duvar boyunca sıralanan dört kapı vardı. Adam masadan kalkıp 2
numaralı kapıya doğru ilerlerken benimle ilgilenen görevli kimliğimi bana geri
uzattı ve masanın üzerinde duran formu aldıktan sonra hızla göz gezdirdi, biraz
düşünürmüş gibi yaptı ve ‘Size uygun olan tedavi için Mutluluk ve Enerji
Paketi’ni satın almanız gerekiyor. Eğer ödemeyi hemen yaparsanız nakitte yüzde
yirmi iki indirim, kredi kartına 6 ya da üzeri taksit imkanımız var. Tedavinize
hemen başlayacağız…’ dedi.
Burada,
‘Bakın,’ diyerek lafını kestim, ‘Ben hastaneye yatamam.’
Gülümseyerek
yüzüme baktı ve ‘Hastaneye yatmayacaksınız, bayım.’ dedi. ‘Tedaviniz sadece üç
dakika sürecek… Ardından okyanus kenarındaki bir çocuk gibi mutlusunuz!’ Eliyle
tedavi odalarının birinden gülümseyerek çıkan bir adamı işaret ederek, ‘Bakın,
beş dakika sonra tıpkı o beyefendi gibi buradan mutlu bir şekilde
ayrılacaksınız.’ dedi ve ben adama bakarken, ‘Ödemenizi nasıl yapacaksınız?’
diye ekledi.
4
numaralı odanın kapısından çıkan mutlu adamı izlerken, ‘Nakit.’ diye
mırıldandım.
Cebimden
karımın anarşistlerin devrimi sırasında polisler tarafından öldürülen
annesinden kalan birkaç parça altını satarak –onları satmamasını söylediğimde,
‘senin sağlıklı ve huzurlu olman benim için paha biçilemez.’ demişti- bana
verdiği paraları kadına uzattım. Parasal sıkıntıdan yok olmanın eşiğine gelmiş
bankaları tercih etmeyişim yüzünden yapılan nakit indirimi sayesinde cebimde
biraz para artmış olsa da böyle bir krizde eski model bir araba alabilecek
kadar bir parayı ruh halimi düzeltmek için harcamış olduğuma inanamıyordum.
Üstelik dünya tarihindeki en tehlikeli ve en sefil zamanlardan birinde yaşarken
böylesine gereksiz bir masraf yapmak düpedüz ahmaklıktı. Bu kapitalist piç
kurularına paramı nasıl kaptırdığımı düşünüp tedaviden vazgeçme kararı
vereceğim sırada görevli kadın, ‘Lütfen tedavi odasına buyurun,’ dedi ve önünde
duran bilgisayardan çıkardığı bir vizite kağıdını bana uzatıp önünde iki
güvenlik görevlisinin beklediği 3 numaralı kapıyı işaret etti ve ‘Merak
etmeyin,’ dedi. ‘Biraz sonra hiçbir şeyiniz kalmayacak, geçmiş olsun.’
Elimdeki
vizite kağıdına bakarak sandalyemden kalkıp masanın yanından geçtikten sonra
görevlinin bana gösterdiği kapının önüne doğru ilerlemeye başladım. Bir banka
kasasını andıran tedavi odasının çift kanatlı kapısında bekleyen silahlı
görevlilerin yanına vardıktan sonra onlara elimdeki kağıdı gösterdim.
Gözlerinden biri mekanik olan görevli kapının üzerindeki butona elini uzattı ve
lazer kilitli kapı ortadan iki yana açıldı. Tedavi odasından içeri girmeden
önce diğer görevli usulca kolumdan tutup, ‘Bayım, tedavi sırasında lütfen
sakinliğinizi koruyun, aksi giden bir şey olursa kırmızı butona basın.’ diye
kibarca uyardı.
Görevliyi
‘Tamam,’ diye cevapladım ve içeri girdim.
Tek gözü
mekanik olan gülümseyerek ‘Geçmiş olsun.’ dedikten sonra lazer kilidine elini
yaklaştırıp kapıyı ardımdan kapadı.
Yarıçapı
en az on metre olan çember şeklindeki yüksek tavanlı tedavi odasının bütün
duvarları bembeyazdı ve ilk basamağında durduğum merdivenler odayla birlikte
dönüp yükselerek odanın merkezinde ve merdivenlerin tepesinde duran koltuğa
varana dek çaplarını küçültüp yükselerek devam ediyordu, koltuk merdivenlerin
tepesinde ve çemberden merkezin ortasında duruyordu. Etrafa bakınırken odanın
içinde, ‘Lütfen koltuğa oturun,’ diye bir anons yankılandı. Koltuğa giden
merdivenleri tırmanırken sesin nereden geldiğine ya da kameranın nerede
olduğuna bakınsam da beyaz duvarlar beyaz tavan ve beyaz merdivenler dışında
hiçbir detay göremedim. Koltuğun yanına vardım, siyah renkli tek kişilik deri
bir koltuktu, sol tarafında kapıdaki görevlinin bahsettiği kırmızı buton vardı.
Koltuğa oturdum, oldukça rahattı. Etraftaki ışıklar sönüverdi ve merdivenlerle
tavan renk değiştirerek koyu mavi oldu, duvarlar hala beyazlığını koruyordu.
Sessizliğin içinde kendimi oldukça gergin hissediyordum.
…
Çocukken
ailemle birlikte okyanus kenarına giderdik, şnorkelimle dibe dalıp deniz
kabukları toplar onları günlerce güneşin altında kuruttuktan sonra koklardım.
Okyanus, taş, tuz ve biraz da leş kokardı. O taşları ve kabukları koklarken bir
tarafım bu kokudan tiksinir bir tarafım ise bu kokuya bayılırdı. Kimyasal
reaktörler patlamadan önce dünyada güneş ışıkları vardı, uzun süredir güneş
ışıklarını anımsamamıştım, oysa doğduğum zaman hayat sadece geceden ibaret
değildi. Çocukken dünya renkli, sıcak ve neşeli bir yerdi. Okyanus, kır evimiz,
köpeğim Akıl, ilk sevgilim, doğum günü partim, okuldaki ilk günüm, ailecek
gittiğimiz tatiller, bebekliğim, çocukluğum, ergenliğim, gençliğim ve
olgunlaşmam. Bu güne gelinceye kadar beni hayata bağlayan bütün o parlak anılar
ve tuzlu yosun kokusu…
…
‘Geçmiş olsun’
diyen bir kadın sesiyle gözlerimi açtım. Koltuktaydım, bir süredir uyuyor
olmalıydım. Yanımda bir doktor duruyordu. ‘İyi misiniz?’ diye sordu.
Kendime
gelmeye çalışarak, ‘İyiyim,’ dedim ve etrafı net olarak göremediğim için
‘Neredeyim?’ diye sordum.
Güven
dolu bir ses, ‘İyi Hissettirme Şirketi’ndesiniz…’ diye yanıtladı beni.
Koltuktan
doğrulurken, ‘Ah, evet, hatırladım…’ diye mırıldandım.
Doktor,
‘Tedaviniz başarıyla gerçekleşti.’ dedi ve gülümseyerek, ‘Bizi seçmiş olduğunuz
için teşekkür ederiz.’ diye ekleyip sordu, ‘Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?’
Görüşüm
eski haline gelmişti, derin bir nefes aldıktan sonra hiç düşünmeden
‘Harikayım,’ dedim ve doktorla birlikte merdivenlerden tedavi odasının diğer
tarafındaki çıkış kapısına doğru inmeye başladık. ‘Bana tam olarak ne
yaptığınızı bilmiyorum ama uyanmadan önce çocukluğumdaki deniz kabuklarını
hatırladım…’
‘…ve
tabii güneş ışıkları…’ dedi kapının önüne varmış olan doktor.
Şaşkınlıkla
ona baktım, oldukça yorulmuş görülüyordu ‘Evet,’ dedim, ‘Fakat bunu nereden
bildiniz?’
Kapıyı
açan lazer anahtara elini okuturken, ‘Üç numaralı tedavi paketi…’ diye
mırıldandı kendi kendine, ‘Mutluluk ve Enerji…’
Kapı
açıldı, birlikte tedavi odasından çıktık. Kapıdaki görevlilerin yanından
geçerken, ‘Bunu nasıl yaptığınızı anlayamadım…’ dedim doktora.
Arkasını
dönüp bana baktı ve gözlüklerinin üzerinden, ‘Neyi?’ diye sordu.
‘Tedaviyi.’
dedim, ‘Yani bana tam olarak ne yaptınız? Kendimi çok iyi hissediyorum fakat
hiçbir şey hatırlamıyorum.’
‘Bakın,’
dedi ‘İyi Hissettirme Şirketi belleğinize mutlu bir geçmiş ve tabi bu geçmişle
ilgili mutluluk verici yüzlerce yapay anı ekledi. Ayrıca beyniniz sürekli ve
düzeyli bir şekilde endorfin sağlayacak hale getirildi, bilirsiniz, endorfin
hormonu mutluluk verir. Bunlara ek olarak beyninizde pozitif düşünceler üretecek
küçük değişiklikler yaptık ya da diğer bir deyişle düşünce kanallarınızı
negatif frekansa kapadık.’
‘Anladım,’
dedim. ‘Şu anda kendimi gerçekten iyi hissediyorum. Böylesine berbat bir
dünyada yaşayan insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için onlara en fazla
ihtiyaçları oldukları şeyi satıyorsunuz doğrusu.’ Muzipçe gülümsedim.
Doktor
gülümsememe karşılık verdi, ‘Evet, böyle de diyebiliriz.’ dedi ve tokalaşmak
için elini uzattı, elimi sıkarken ‘Geçmiş olsun.’ dedi ve sonra arkasını
dönerek uzaklaştı. Gülümseyerek çıkış kapısına doğru yürüdüm, buraya geldiğime
kesinlikle pişman değildim. Belleğime
taptaze anılarla dolu ferah bir geçmiş ekleterek sadece olumlu düşünmeye
programlanmış bir şekilde o eski binadan kalabalık sokağa çıkıp metro
istasyonuna doğru yürürken bir yandan deniz kabuklarının kokusunu duyumsuyor
diğer yandan bu muhteşem hisleri bir an önce yaşaması için en kısa zamanda
buraya getireceğim karımın tedavisi için gerekli parayı nereden bulacağımı
düşünüyordum.
Finitto
.Aralık/09