9 Ağustos 2010

.bir bayram günü romansı

eskilerine hiç benzemeyen


bir bayram sabahıydı

kurban bayramıydı

şehrin nehirleri az sonra

şafak gibi kırmızı olacaktı

erken bir vakitte

evden dışarı çıkıp

ellerimi cebime sokup

mükemmel bir gün için

yürüdüğümü düşünmüştüm

denize baktığımda dünya çok büyük diyordum

biz de çok küçüğüz

sadece gelip geçiciyiz

evrenin bir köşesinde türemiş

hastalıklı mikroplarız biz

bu yüzden her şey önemsiz

zaman geçecek ve yitip gideceğiz

sonra hiçbir şeyin anlamı kalmayacak

bizi bu kadar rahatsız yada mutlu eden

irili ufaklı her şey bir gün yok olacak

neyse, ne diyordum

bir bayram sabahıydı

eskilerine hiç benzemeyen

çocukken kardeşimle birlikte

heyecanla uyanır

bayramlık elbiselerimizi giyip

bizimkilerin ellerini öper

bayramlaşır ve harçlık toplardık

anne, baba, teyze, amca, öteki amca, yenge

listemiz bu kadardı

gettoda birbirine yakın apartmanlarda yaşardık

topladığımız harçlık

en fazla birkaç torpil

oyuncak tabanca yada

yeni bir futbol topu alacak kadar çıkardı

bazen daha fazla

eller öpüldükten

haller hatırlar sorulduktan sonra

sokağa çıkardım

mahalledeki kankalarımla

evin önündeki arsada

tek kale maç yapıp

boncuk atan silahlarla çatışır yada

torpille tuğla patlatırdık

o zamanlar bütün paramı

atari salonlarına yada patlayıcılara yatırırdım

kesim alanları henüz icat edilmemişti

millet kurbanı sokakta keserdi

her bayram en az iki kesimi seyrederdim

küçük amcam kurban kesmeyi bilirdi

‘Ya Allah Bismillah’ diyip

bıçağı koyunun gırtlağına geçirirdi

fakat cinayeti görmek sorun değildi

çünkü tanrılar kurban istemekteydi

dinimiz gereği kurban kesmek caizdi

sonuçta Allahın isteğiydi.

kafası noksan koyunun gövdesi hala titrerken

taze kanın kokusu ciğerlerimize inerdi,

amcam yerdeki kana parmağını batırıp

elini alınlarımıza değdirirdi.

akşama yenilecek taze etle çekilecek ziyafet

ve sırat köprüsünden

kesilen koyunların sırtına binerek geçmek fikri

cinayetin hafifletici nedenleriydi

ayaklarımızın dibindeki kan birikintileri…

when I was a child

bayramlar ilkbahara denk gelirdi

babamın arabasına binerdik

uzaktaki akrabaları ziyaret için

şehrin caddelerini gezerdik

akşamları eve döndüğümüzde

hepimizde hoş bir yorgunluk olurdu

eskiler…

eskilere hiç benzemeyen bir bayram sabahıydı

kesif bir çiş kokusuyla uyandım

kediyi yakalayıp yüzünü işediği mindere yapıştırdıktan sonra

kafasına iki küçük tokat patlattım

sonra yüzümü yıkadım

bir bardak meyve suyu alıp bir sigara yaktım

çişli minderi arka balkona attım

lost dizisini açıp bir sigara sardım

diziyi söndürünce sigarayı kapadım

kafamı meşgul eden kadınları anımsadım

tek başıma olduğum gerçeğini hatırladım

aşkla ilgili her şeyi aklımdan uzağa attım

ne diyordum,

bir bayram sabahıydı

eskilere hiç benzemeyen

sol topuğumda nedensiz bir sızı vardı

bütün gün yürürken topalladım

bayram tatili için eve gelen kardeşim

öğlene kadar uyanmadı

bilgisayarın başında oyalandım

dışarı çıkıp ekmek kola ve sigara aldım

kahvaltı için birkaç tost yaptım

o yemek yerken bir sigara daha yaktım

bir sigara da paketin içine zulaladım

eski mahalleye gidip

familyalarla bayramlaşacaktım

çünkü bugün bayramdı

iyi bir gün olmalıydı

güzel bir gün yaşamanın peşinde

duygusal bir kız çocuğu gibiydim

5 yada 6 yaşlarında

teletabileri izlerken mutlu olabilen ve

bayram günlerine gereksiz bir önem veren

pembe montlu bir kız çocuğu gibi

ama bugün bayramdı

görülmesi şart olan insanlar vardı

kardeşimle evden çıkıp

iskeleye vardık

fakat deniz otobüsünü kaçırıp

sonraki sefere kaldık

limitlerimi aştım ve bir sigara daha yaktım

çocukluğumdaki o mahalleye

gitmenin pek bir anlamı yoktu

bunu biliyordum

burada durmanın da anlamı yoktu

akşamüstüne doğru

iskeleden vapura bindik

sonra minibüs

ve eski mahalleye geldik

ayaküstü birkaç el öptüm

baba, amca, teyze ve babaanne

teyzemin mutfağına oturup

eski günlerden bahsederek

iki tabak yemek yedim

akşam çoktan inmişti

amcam battaniyenin altına girmişti

teyzem neşesizdi

kuzenim nişanlısına gitmişti

dışarı çıktım

tek başıma kalmıştım

hayatımın ilk zamanlarında

dünya sandığım o sokakta

topallayarak yürümeye başladım

eskilere hiç benzemeyen bir bayramdı

arkadaşlarımdan bir kaçını aradım

kiminin işi vardı, kimi ise uzaktaydı

yolda yürürken

içimde sıkıntıyla düşünürken

eminönü otobüsü yanımda durdu

artık bayramların hiçbir anlamı yoktu

pembe montlu kızın kafasına sıktım

otobüse atladım ve cam kenarında bir koltuk kaptım

mp3 çalarımı çıkardım

kulaklıklardan biri elimde kaldı

aldırmayıp kulağıma taktım

ve aletin düğmesine bastım

fakat ışığı yanmadı

çünkü şarjı kalmamıştı

düşen bir borsa çizelgesiydim

yol akmaya başladı

yolu izlemeye başladım

tüm şehir gacileri çekmişti

tüm erkekler iyi giyimli

tüm kadınlar güzeldi

otobüs eminöne geldi

iskeleye gittim

vapura bindim

en üst kata çıkıp şehri izlerken

sigara paketimdeki cointu

vapurda öldürebilir miyim diye

kendimle iddiaya girdim

sonra kendime yenildim

boğaz dingin ve soğuktu

siyah sulara spot ışıklar vuruyordu

inceden üşüyordum

bir bayram günüydü

eskilere hiç benzemeyen

gemileri suya indirmiştim ben

hiçliğe doğru ışık hızıyla giderken

kendimi yaşlanmış hissediyor

an ve anılar arasında çelişiyordum

neyse, ne diyordum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder