eskilerine hiç benzemeyen
bir bayram sabahıydı
kurban bayramıydı
şehrin nehirleri az sonra
şafak gibi kırmızı olacaktı
erken bir vakitte
evden dışarı çıkıp
ellerimi cebime sokup
mükemmel bir gün için
yürüdüğümü düşünmüştüm
denize baktığımda dünya çok büyük diyordum
biz de çok küçüğüz
sadece gelip geçiciyiz
evrenin bir köşesinde türemiş
hastalıklı mikroplarız biz
bu yüzden her şey önemsiz
zaman geçecek ve yitip gideceğiz
sonra hiçbir şeyin anlamı kalmayacak
bizi bu kadar rahatsız yada mutlu eden
irili ufaklı her şey bir gün yok olacak
neyse, ne diyordum
bir bayram sabahıydı
eskilerine hiç benzemeyen
çocukken kardeşimle birlikte
heyecanla uyanır
bayramlık elbiselerimizi giyip
bizimkilerin ellerini öper
bayramlaşır ve harçlık toplardık
anne, baba, teyze, amca, öteki amca, yenge
listemiz bu kadardı
gettoda birbirine yakın apartmanlarda yaşardık
topladığımız harçlık
en fazla birkaç torpil
oyuncak tabanca yada
yeni bir futbol topu alacak kadar çıkardı
bazen daha fazla
eller öpüldükten
haller hatırlar sorulduktan sonra
sokağa çıkardım
mahalledeki kankalarımla
evin önündeki arsada
tek kale maç yapıp
boncuk atan silahlarla çatışır yada
torpille tuğla patlatırdık
o zamanlar bütün paramı
atari salonlarına yada patlayıcılara yatırırdım
kesim alanları henüz icat edilmemişti
millet kurbanı sokakta keserdi
her bayram en az iki kesimi seyrederdim
küçük amcam kurban kesmeyi bilirdi
‘Ya Allah Bismillah’ diyip
bıçağı koyunun gırtlağına geçirirdi
fakat cinayeti görmek sorun değildi
çünkü tanrılar kurban istemekteydi
dinimiz gereği kurban kesmek caizdi
sonuçta Allahın isteğiydi.
kafası noksan koyunun gövdesi hala titrerken
taze kanın kokusu ciğerlerimize inerdi,
amcam yerdeki kana parmağını batırıp
elini alınlarımıza değdirirdi.
akşama yenilecek taze etle çekilecek ziyafet
ve sırat köprüsünden
kesilen koyunların sırtına binerek geçmek fikri
cinayetin hafifletici nedenleriydi
ayaklarımızın dibindeki kan birikintileri…
when I was a child
bayramlar ilkbahara denk gelirdi
babamın arabasına binerdik
uzaktaki akrabaları ziyaret için
şehrin caddelerini gezerdik
akşamları eve döndüğümüzde
hepimizde hoş bir yorgunluk olurdu
eskiler…
eskilere hiç benzemeyen bir bayram sabahıydı
kesif bir çiş kokusuyla uyandım
kediyi yakalayıp yüzünü işediği mindere yapıştırdıktan sonra
kafasına iki küçük tokat patlattım
sonra yüzümü yıkadım
bir bardak meyve suyu alıp bir sigara yaktım
çişli minderi arka balkona attım
lost dizisini açıp bir sigara sardım
diziyi söndürünce sigarayı kapadım
kafamı meşgul eden kadınları anımsadım
tek başıma olduğum gerçeğini hatırladım
aşkla ilgili her şeyi aklımdan uzağa attım
ne diyordum,
bir bayram sabahıydı
eskilere hiç benzemeyen
sol topuğumda nedensiz bir sızı vardı
bütün gün yürürken topalladım
bayram tatili için eve gelen kardeşim
öğlene kadar uyanmadı
bilgisayarın başında oyalandım
dışarı çıkıp ekmek kola ve sigara aldım
kahvaltı için birkaç tost yaptım
o yemek yerken bir sigara daha yaktım
bir sigara da paketin içine zulaladım
eski mahalleye gidip
familyalarla bayramlaşacaktım
çünkü bugün bayramdı
iyi bir gün olmalıydı
güzel bir gün yaşamanın peşinde
duygusal bir kız çocuğu gibiydim
5 yada 6 yaşlarında
teletabileri izlerken mutlu olabilen ve
bayram günlerine gereksiz bir önem veren
pembe montlu bir kız çocuğu gibi
ama bugün bayramdı
görülmesi şart olan insanlar vardı
kardeşimle evden çıkıp
iskeleye vardık
fakat deniz otobüsünü kaçırıp
sonraki sefere kaldık
limitlerimi aştım ve bir sigara daha yaktım
çocukluğumdaki o mahalleye
gitmenin pek bir anlamı yoktu
bunu biliyordum
burada durmanın da anlamı yoktu
akşamüstüne doğru
iskeleden vapura bindik
sonra minibüs
ve eski mahalleye geldik
ayaküstü birkaç el öptüm
baba, amca, teyze ve babaanne
teyzemin mutfağına oturup
eski günlerden bahsederek
iki tabak yemek yedim
akşam çoktan inmişti
amcam battaniyenin altına girmişti
teyzem neşesizdi
kuzenim nişanlısına gitmişti
dışarı çıktım
tek başıma kalmıştım
hayatımın ilk zamanlarında
dünya sandığım o sokakta
topallayarak yürümeye başladım
eskilere hiç benzemeyen bir bayramdı
arkadaşlarımdan bir kaçını aradım
kiminin işi vardı, kimi ise uzaktaydı
yolda yürürken
içimde sıkıntıyla düşünürken
eminönü otobüsü yanımda durdu
artık bayramların hiçbir anlamı yoktu
pembe montlu kızın kafasına sıktım
otobüse atladım ve cam kenarında bir koltuk kaptım
mp3 çalarımı çıkardım
kulaklıklardan biri elimde kaldı
aldırmayıp kulağıma taktım
ve aletin düğmesine bastım
fakat ışığı yanmadı
çünkü şarjı kalmamıştı
düşen bir borsa çizelgesiydim
yol akmaya başladı
yolu izlemeye başladım
tüm şehir gacileri çekmişti
tüm erkekler iyi giyimli
tüm kadınlar güzeldi
otobüs eminöne geldi
iskeleye gittim
vapura bindim
en üst kata çıkıp şehri izlerken
sigara paketimdeki cointu
vapurda öldürebilir miyim diye
kendimle iddiaya girdim
sonra kendime yenildim
boğaz dingin ve soğuktu
siyah sulara spot ışıklar vuruyordu
inceden üşüyordum
bir bayram günüydü
eskilere hiç benzemeyen
gemileri suya indirmiştim ben
hiçliğe doğru ışık hızıyla giderken
kendimi yaşlanmış hissediyor
an ve anılar arasında çelişiyordum
neyse, ne diyordum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder