9 Ağustos 2010

.keşke uzaylılar gibi yeşil olsak

“Uzay gemileri, moruk” dedi. “Uzay gemileri aslında gelecekten günümüze gelen zaman makinelerinden başka bir şey değiller.” Gözlerimi diğerinden kaldırıp ona baktım. “Üç yüz sene sonrasının teknolojisi için gayet mümkün,” diye devam etti ağzındaki dumanı üfleyerek. “Evrende bizden başka yaşayan türlerin olduğunu inkar edemeyiz. Kesinlikle bir yerlerde birileri var, bu tartışılamaz bile. Yine de onların bir uzay gemisi yapabileceklerini ya da bizi ziyaret etmeye geleceklerini filan sanmıyorum. Bizimkiler bazı durumları düzeltmek için zamanda geriye dönüyor sadece, olay bundan ibaret.”


“Uzaylılar yeşil olur.” diye mırıldandı öteki. Yatağın üzerine uzanıp gözlerini tavana dikmişti.



Onu düşündüm. Bilmem kaçıncı kez aklıma geldi, vücudumun ve ruhumun her yerine bir kez daha işledi, karşı koyamadım, engel olamadım. Onu öldürdüğümü sanıyordum, aslında ilk kurşunu o sıkmıştı, hiç direnmeden düşmüştüm. O silahını kılıfına geçirip çıplak ayaklarının üzerinde uzaklaşırken bir süre yerde kalmış sonra ayağa kalkıp yaramı temizlemiş ve içimde onunla ilgili ne varsa hepsini imha etmiştim. Paslı bir çöp kutusunun içinde güzel bir şeylerin yanıp küle dönmesini izlemiştim. Her neyse, kendini topla ve düşünme oğlum, ansızın bastırıp duygularını kırıveren bu şok etkisindeki nöbetlere karşı direncini koru. Hiçbir şey ve hiç kimse sabit değildir, yaşam hareketten ibarettir; giden dönse bile geride bıraktığı aynı yerde olmaz. Siktir et, bir ölü asla mezarından hortlamaz.





“Gelecek yirmi sene içerisinde bir nükleer savaş yaşandığını düşün,” diye devam etti sandalyedeki. “Farz edelim ki, üçüncü dünya savaşı çıktı ve bütün taşaklı ülkeler birbirlerine nükleerleri çaktı. En verimli topraklar yarağı yedi. Şimdi tek tek nükleer bombaların etkilerini saymayacağım, bunları hepimiz biliyoruz zaten. Ama böyle bir savaştan yıllar sonra doğacak olan yeni neslin eciş bücüş olması gayet normal. İnsanlık gelecekte yaşanacak nükleer bir savaştan sonra evrim geçirecek yani. Uzaylılar gelecekten günümüze gelen genleri bozulmuş ve gelişmiş insanlar… Yeşil olmalar genetiklerindeki o bozulmayla ilgili…”

“Keşke yeşil olsaydık.” diye mırıldandı yataktaki yattığı yerden ellerine bakıp onların yeşil olduğunu düşünerek. “Genimizle oynatabiliyor muyuz? Onun teknolojisi çıkmadı mı daha?”

“Yeşili bilmem ama benim içim zenci, moruk.” dedi öteki. “İçimde kahrolası bi zenci var.”

“Yüzümüz beyaz ama götümüz zenci.” dedim. “Bu şehrin diğer bütün piçleri ve sürtükleri gibi.”



Onu düşündüm. Yıllar sonra ringe çıkan iki rakip gibi olmanın bir anlamı yoktu ama yine de sevişmekten çok dövüşmek istemiştim ve sürtük beni yere sermişti. Bu yüzden ondan nefret ediyordum ve yine bu yüzden onu seviyordum. Ama düştüğüm yerden onu düşünmek ve istemek bana onu geri getirmiyordu ne yazık ki, sadece acımı arttırıyordu. Yine de inatla direniyor ve dayanıyordum. Kendime acıdan şoklar yaratıp irade sınırlarımı zorluyor böylece hayatta olduğumun farkına varıyordum. Bu şoklarla acizliğimi sınıyor ve güçleniyordum. Kendimle savaşmak bütün savaşlardan daha beterdi. Zihnimin olumsuz düşünce filolarıyla vurup durduğu kalbim Bağdat gibiydi. Çatık kaşlarımda savaşın izleri kendilerini belli ediyordu ama hayat shoot-em bir mucize misali devam ediyordu. Yine de bütün bunlara rağmen bazen gülüyor ya da kendimi harika hissediyordum; inkar edemem çoğu zaman hayatı seviyordum.





“Ne diyorsun moruk, rap iyidir değil mi?” dedi.

“Gitarın sesi de iyidir, aslında.”

“Gitarın sesi de iyi moruk ama rapin kendine göre bir havası var. Ritmi yakalayan bir mc’nin kopma ihtimali olan bir teli yok mesela.”

“Tellerimden nefret ediyorum.” dedi diğeri. Tavanı izlemeye devam ediyordu.

“Senin telin mi var kızım ya?” dedi öteki. “Hangi tellerinden?”

“Bam tellerimden.” Sonra tekrarlamaya başladı, “Bam, bam, bam…”



Onu düşündüm. Hattaki bütün teller gerilmiş ve kopmuştu. Yıkım tüm şehir uykudayken ansızın gelen bir deprem gibi hızlı, kesin ve etkili olmuştu. Şanslı bir herif olduğum için gebermemiştim. Geçmişte bundan çok daha ağırlarının üstesinden geldiğimi biliyordum ama bir sarsıntı yaşandığı kesindi. Enkazdan arta kalan üçayaklı kırık bir sandalye gibiydim. Hayır oğlum, kendine vurmaya bir ara ver, ruhunu o kadar fazla dövdün ki Brus-Lii’nin karın kasları gibi oldun. İnan bana bundan daha kötüsü olamaz. Bir sürtük çoğu zaman bir sürtükten çok daha fazlasıdır, bir herife olmayacak şeyler yaptırabilir ve tek başına ayakta sıçmaktansa onun ojeli elini tutarak rüzgara karşı işemek daha iyidir.





“Moruklar,” dedi sandalyedeki. “Bir kere herifin teki bam telimi attırmıştı. Banka kuyruğunda sıra bekliyorduk ve orospu çocuğu sırada bekleyenlere aldırmadan en öne geçmeye çalıştı. Yirmi dakikadır orada dikiliyordum ve yavşağı önce uyardım ve sıraya geçmesi gerektiğini söyledim. Ama beni dinlemedi. Yeniden uyardım, sonra bir kez daha. Sonra arkasından tuttum ve ‘hop, bilader’ dedim, lavuk dönünce de ağzının ortasına kafayı yerleştirdim.”

“Uhş…” diye iç geçirdi diğeri. “Çok canı acımıştır var ya…”

Sandalyedeki heyecanla, “Burnu kırıldı!” dedi. Gözünde gurur parıltısı gördüm bir an. “Sanırım birkaç dişi de döküldü... Hak etmişti ama!” Sigarasını küllüğe koyup bana döndü, “Peki ya sen moruk, senin hiç bam teline bastılar mı?”

Cevap vermedim, odada bir sessizlik oldu. Yataktaki tavana bakarak ‘bam, bam, bam,’ diye mırıldanmayı sürdürdü, diğeri küllükteki sigarasına döndü.



Onu düşündüm. O kendimi imha edebilmem için sevgiden öte bir nedendi. Ben kendine vurmayı seviyordum, kendimi alt etmeye bayılıyordum, yaşamak için bedel ödemek ve kasları sertleştirmek gerektiğine inanıyordun ve bunun için sebepler aranıyordum; belki başka türlü var olamıyordum, başka türlü ayakta duramıyordum, tutunamıyordum belki. Fak-it. Bir süre önceydi, bir şey tokatladı sonra uyandım, hayallerime doğru biraz daha yaklaşıp onu yeniden kazandım. Şimdi bütün korkularıma kafa atıyorum, çoğunun ağzını burnunu dağıttım ve ciğerlerime krom işlemiş olsa bile havanın bir süre sonra düzeleceğinin farkındayım, şükredip olayımı kovalamak dışında yapacağım başka şey yok. Kendine vurmayı kes artık. Bir süre hayatla ve insanlarla uzlaş, bir mola ver, kendini acıtmak ya da ruhunu incitmek yerine bisiklete başla mesela ya da daha fazla seviş.





“Hayır,” dedim neden sonra. “Son birkaç senedir efendi bir adam gibi takılmaya çalışıyorum.” Sandalyedekinin devam etmemi istermiş gibi bana baktığını görünce, “Yani biri kuyrukta önüme geçti diye ona kafa atmam.” dedim. “Sikimde olmaz, çünkü ben de birilerinin önüne geçmişimdir o kuyrukta. Kuyruklara pek inanmam, daha büyük sorunlar da var kafa atılması gereken. Sistemin içindeysen hayat böyledir. ”

“Hayat böyle midir?” diye sordu şaşkınlıkla. “ Bence kurallara uymak gerekir.”

“En azından yaşadığımız zamanda böyle.” dedi yataktaki, sonra tavana doğru kaldırdığı elini inceleyerek mırıldandı. “Anarşiyi seviyorum.”

“Ben de, bebek.” dedim tüm kalbimle.

Havadaki elini indirip sıkıntıyla iç geçirdi ve bir çocuk edasıyla “Yeşil olmak istiyorum!” deyip lenslerini gözlerimin içine dikti. “Keşke uzaylılar gibi yeşil olsak ne güzel olurdu var ya...”

“Keşke,” diye mırıldandım, “Keşke…”



Onu düşündüm. Eğer kendimi yaralayarak ayakta tutmasaydım şimdiki ben olamazdım, şimdiki ben olmasaydım onunla olamazdım.





.fakhör

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder