Kaos!
Depresyon modu, aşırı nefret, kusulmaya hazır öfke, saatli bomba; bismillah!..
Dizlerimin üzerine çökmüş, önümdeki paramparça yıkıntının başında sessizce oturmuş, ağlıyorum. Yüreğim ve umutlarım da, tıpkı üzerindeki tozları hala havada süzülen enkaz haline gelmiş kulem gibi.
Yok olmuş berbat bir beton yığını; süzülürken yerdeki yavşak bir avcının tüfeğindeki ibne bi mermi tarafından vurulduktan sonra üzerindeki yaranın anlamsızlığına anlam aramaya çalışırken artistik saltolarla yere düşen büyük hayaller, yere çakıldıktan sonra çarpan o tok ses, etin ezilmesi, kemiğin kırılması, gözlerin biri açık diğeri kapalı, ağızda kan, sıfır düşünce, ölçüsüz acı, son nefes, boşluğun anlamsızlığı, soru işareti, siyah beyaz hızlı kesitler, uzun topal bir adam, bir kelebek cesedi, işaretler ve yollar, koşarak yanına gelen ve seni kokladıktan sonra ağzına alan bir köpek, salya ve deprem, tahtanın üzerine geçirilen tırnakların çıkardığı iç geçirici iğrenç volüm, mantıksız kararlar, üzerinde ip atlayan bir kızın her neşeli sıçrayışında üstüne basarak seni biraz daha yere gömmesi, kendini suçlama, bilinmeyene kaçış, kabuslar ve ter, avcının gururu, sahte bir kontrast, iç kanama, eroinin kanda dağılması, faili meçhul bir ölünün kapı önüne bırakılmış sahipsiz ayakkabıları, şezlonglar, attığı her adımda sinsice sallanan bir kalça, kavga etmek için bilinçlice atılmış bir omuz, katil jet motorları, dişlerin üzerindeki nikotin görüntüsü, küvete damlayan kan, havada uçuşan kuş tüyleri, şıpırtı sesi, tütünün arasına serpilen esrar, plastik su kovaları, jelatinden bir kefen, yıkımın sana yanında getirerek tanıştırdığı aziz dostu; ölüm. Birbirleriyle ne kadar eşitlik sağlıyorlar!
Kaos!
Karanlık ve sıkıcı bir hava, dijital ortamda çekilmiş korku filmi gibi dandik bi program kullanılarak oluşturulmuş arka font. Yapaylık, yerde sürünen yavşak bir sahtelik ve içerideki bencil adam; kahkahalar ve sıkılmak konusunda son evreye geliş.
Evet, siktiğimin şeyi tamamen bi kaos!
Civarın ‘Yalnız Evsizleri’ denilen bölümündeyim. Yıkıntımın başında oturuyorum ve üzerimde sokağı ev edinmiş köpek öldürencilerin paltolarından var. Yüzüm çamurla yada siyah makyajla kaplı ve önümdeki tenekenin içindeki sıcak ateş bir şeyler fısıldıyor gibi;
“ Seni ısıtabilirim ama yardım edemem… Ellerini uzat ki, ısınabilesin… Eveeet… Seni ısıtabilirim evlat! Ama yardım edemeeğğğmm amına koyiiiğğmm… Sesim neden bu kadar sinsiiiğğ? Bilmiyooruummm evlaatt… ama yardım edemeeğğmm çünkü sadece yavşak bir ateşim beeeğğnn… Elini uzaatt..! “
Elden ısınma, sıcak güneş, kan dolaşımı, deniz şortları, güneş gözlükleri, bikinilerin altındaki tüysüz meyvelere atılan kaçamak bakışlar, amcık kenarı, deniz kulaçları, boğulma yada ısırılma korkusu, saf eğlence, ulaşılamaz; adaletsiz. Hava zaten boğucu bi kasvetle dolu, gereksiz duman, yakıt masrafı; tenekeye tekme, ateşe su.
Kaos!
Mahkumiyet!
Zorunlu olmak, hayattaki her şey için. Yapmak. Yapmak. Yap! Yap!
- İyi de, sen kimsin?
- Sorma, yapyapyapyap!..
- Ne yapayım?
- Sorumlulukları yerine getir, kurallara uy, emirlere itaat et, toplumun kararlarını benimse, yasaklardan uzak dur, düşüncelerini anlatma, fikirsizleş ve kendini otomatik pilota bağla, okula git, ders gör, hocalara yağ çek, serserilik yap, ödevlerini yap, her zaman aptalca gülümse; salak gibi sırıtarak beğeni topla, iyi bir insan ol, her zaman senden büyük rütbede olana yağ çek; gerekirse göt yala, kravat takmadan sokağa çıkma, kokma ve terleme, toplu taşın, annenin hamamda bulduğu bi kızla evlen, gerdek gecesi sırtını yumruklat, çalış, çabala, dershaneye gitmeden üniversiteyi kazan, oku, adam ol, rüşvet ye, çıkar için babanı bile düşünmeden sat, kendini beğen, karını aldat, eski dostlarını ve senden daha küçük olan herkesin numarasını defterden sil, ihtiyacın olmasa bile bedava gördüğün zaman saldır, karın, şişko oğlun ve saçları örgülü kızınla birlikte kanepenizde oturun ve televizyondaki dizilere kahkahalarla gülün, aile resimlerinin bulunduğu bir şöminen olsun, her zaman her şeyin en kalitelisini kullan, kendini geliştirme ve düşüncelerinle değil hayvansal güdülerinle hareket et, hırs yap ve zengin ol, yavrularını besle ve büyüt, onları iyice şımart; tam bir şımarık zengin piçi olsunlar, kızını öyle yetiştir ki en geç on dört yaşında bekaretini kaybetsin, oğlun ise hamburger yiyen şişko bi otuz birci olsun, yaşlan, torunların olsun, geçmişteki hataların hakkında pişmanlık duyma, son yıllarını ibadet ederek geçir ve bir gün öl, mezara gömül ve çürü, sonra toprağa protein olarak git ve mezarın üzerinde bir ot, çiçek yada ağaç gibi bi bitki ol, fotosentez yap! Yap! Yap! Yap!
- Anlattıklarını otomatik koyunlar yapıyor! Saçmalama!
- Ya koyun olursun evlat, yada bir ot…
- İkisinin arasında ne fark var peki?
- Eğer ot olursan, her zaman bir koyunun gelip de seni zevkle yemesine hazırlıklı olmak zorundasın. Seni ısıracak, koparacak, çiğneyecek, yutacak ve midesinde sindirdikten sonra da bağırsaklarında küçük bir gezi; ve göt deliğinden dışarı atacak ve bir zamanlar mutlu bir otken şimdiden sonsuza kadar şaşkın bir bok olarak kalacaksın orada.
- Çimen olacağımı kim söyledi sana? Salak! Ben öldükten sonra bir diken olacağım! Zehirli bir diken! Bana el uzatan herkesin parmakları kanayacak, tıpkı şimdi olduğu gibi. Yaşarken de aynı, öldükten sonra da! Şimdi çeneni kapat, arkanı dön ve geldiğin yere siktir git!
Çaresizlik, nedensizlik, eziklik, baş kaldıramamak, cahillik, saçma, sorgulayamamak, anlam ve hakkın kayboluşu, ele çarpan tahta cetveller, yazılı kağıtları, torpil boruları, çıkarcı göt verenler; sikilmek – sikilmek – sikilmek!
Bir kaç zaman önce daha güzel yerlerde oturmama izin vardı ama şimdi durumum yüzünden bu yoğun toz yığınlarının arasında zehirli havayı solumaya mahkum edilmişim ve buradan kaçabilmek için de hiçbir mantıklı fikrimin olmaması gerçeğinin içimi kemirmesine çaresizlikle izin vermişim. Kurtulmak için yaptığım en iyi şey, sadece enkaza zarar veren birkaç teşebbüs, birkaç vücut. Hepsi bu.
Kendi yıkımım!
Teşebbüs; soğuk tanışmalar; gereksiz muhabbet, harcanan para, vaktin kuş olup uçması, gülümsemeye çalışmak, ilgilenmek, gerekli muhabbetin negatifliği, aramak, bildiğin kaldırımlarda yapılan gezi, uygun ortamda çalan uygunsuz müzik, uygunsuz davranışları uygun kılma çabası, çabalıktan sonra başaramama korkusu, başarabileceğini anladıktan sonra rahatlatmak, derin nefesler, yakınlaşmak, anlamsız utanç, kapanan göz ve sikişmek; teşebbüs; fiziksel rahatlama, ruhsal kaos!
Dizlerimi tutarak önünde oturduğum ve gözümdeki parlaklığı bile buz tutmuş yaşlarımın yanaklarımdan süzülerek, üzerine damladığı ağır bir enkaz.
Bir harabe.
Kule yıkıldı!..
Yapmak için verdiğim onca çaba, onca uğraş, onca emek ve şimdi sadece toz ve beton. Gözlerimin önündeki görüntü, ayaklarımın dibindeki enkazı, harabe olmadan önce en güzel hale getirebilmek için o kadar çok uğraştım ki…
Çaba, çaba, çaba; hiç, hiç, hiç; kaos!
Ağlamak, çaresizlik ve yeniden ağlamak; aşırı yorgunluğun yarattığı ağır depresyon. Canlı canlı yerin yedi kat altına gömülmek ve seni sıkan kefen, üzerine atılan topraklar, gelen toprakların içinde bungee-jumping yapan çılgın böcekler, küreklerin sesleri, isyan etmen ama sesini duyuramaman, üzerindeki toprağın baskısı, karanlık ve stres, nefessizlik, kulağına gelen ve senin için okunduğunu bildiğin son ses; El – Fatiha!
Ölmedim lan ben! diye bağırmak çabası, haykırmak istemek ama buna kendinin bile inanıyor olmadığı gerçeği; çaresizlik!
Yıkılan kulen aslında sensin; sen aslında devrilmiş bi kulesin. Kulenin yapımında sana yardım eden diğer ortağının birkaç saat önce gördüğün son gidişi, yıkım sebepleri, plansızlık, sinirle sarmalanmış acı, aynı bardaktaki su ve zeytin yağı, ezilmek, kafayı bulma ihtimalleri, silah sesi, kafatası çıtırtısı, kazanılmaz bir savaşta kaybettiğin tüfeğin ve üzerine yağan milyarlarca mermiye bakarken zorlu matematik problemleri yaparken hesaplayabildiğin yaşabilme ihtimali yüzdesi, son resim, birlikteyken yaşanılanlar, geçirilmiş güzel zaman, kısaltılmış ve tekrarlanmış piç kelimeler, sevgi duymak, yakıt depoları, kesif mazot balçığı ve pembe renk, girdap, saplıktan kurtulma hissi, güzellik gururu, masum oyunlara yapılan masum olmayan mızıkçılık girişimleri, şuurunda kalan ve asla silemeyeceğin son hatıra…
Her şeyin kaçınılmaz hazin sonu…
Kaos!
Sorunlar ve çözümleri, problemler ve cevaplar, yaratılmaya çalışılan uyduruk formüller, ortak paydalar, paylaşılanlar, cadı ilaçları ve koca karı büyüleri, nefret, ihanet, itaat, köpeklik, göz yaşı, hırs, hurafe ve yalan, mezar, çalmak, hareketli tarot kağıtlarında bir çingenenin baktığı ölümü gösteren fal, yakalanmak, pes edene kadar pes etmemek, bitmek bilmez işkence seansları, ağır hakaretler, bir pompalı tüfeğin patlaması, yüzüne gelen saçmalar, vurulmak ve kanamak, akan kan, sessiz cinayet, düşmek ve parçalanmak; ayrılmak…
Aşkın sonu; kulenin yıkımı; kaos.
Çaresiz ağlıyorum çünkü aklıma gelen tek çözüm intihar; ama olmaz! Pes etme, kapıyı tekmele ve tahtalar havaya saçılsın, diretme özgürlüğü, alkole sarılmak yerine ruhu arındırmak, patlayan prezervatif balonları, kusmuğa karışan göz yaşları, içinde bok çuvalı taşıyor olmanın habersizliği; silindir altında kalan bağırsaklar, banyo zeminindeki kirli seramikler, üstüne sarhoş bir el tarafından bilinçsizce kan sürülmüş üçüncü sınıf bir duvar boyası, fay hatları ve binalardaki ürkütücü çatlaklar, fermuar çekilmiş gök yüzü ve bekaretini kaybeden ozon tabakası, aynı yol üzerinde farklı taraflardan son sürat gelerek ortada bi yerlerde çarpışan iki arabanın kaza anının ağır çekim görüntüsü ve kopmuş bir bacak; çabala, yaşa, ayakta dur, ileriye bak, dibe vurma, dişlerini fırçala, duş al, spor yada egzersiz yap, nefes al, yemek al…
Ve ver, ver, ver, ver…karşılık beklemeden ver… Kerizin paylaşımı; tek taraflılık ve sonradan fark edilen yoğun suçluluk hissi.
Tüm pozisyonlar, iyi bir oyun, çok çalışma ve elinden gelenin en iyisini yapma; güçsüz olduğun gerçeği; maçın sonunda kaybeden taraf olarak boynu bükük şekilde soyunma odasına yürüme, öfke; rövanş ve galibiyet için; bir daha aşağılanmamak için beslenen kafesinde büyüttüğün sek öfke.
Yine şehrin bu boktan bölümündeyken tanıdım onu, kendi kulesinin dibinde oluşturduğu betona, gözyaşlarını karıştırarak taşların daha sağlam olacağına inandığı yeni bir çimento yapmakla meşguldü. Harç için göz yaşı, göz yaşı için acı, acı için hatıra, hatıra için yaşanmışlık, yaşanmışlık için zaman, zaman içinse tecrübe; ama uğraştığı yıkıntısının başında tüm gücünü toplamış öfke ile çalışırken aslında ne kadar da amatör olduğunun farkına varmam. Kuleyi dikmek için asla sağlam betonu üretemeyecek çünkü bir kule dikebilecek tecrübesi yok ve işin en kötü yanı da tek başına!
Çünkü şimdiye kadar buradaki milyonlarca insan tek başına uğraşarak kendi kulesini oluşturmaya çalışmış fakat aralarından hiç kimse bunu başaramamış. Teklerin inat edip yıllarca uğraşarak becerebildikleri en iyi şey, boktan bi gece kondu olmaktan ileri gidemiyor maalesef… Ve onu inşa eden de neden sonra yapısının dandikliğini fark ediyor , ona harcadığı zamana göre ya herkese küserek kendisini içeri kilitleyip hayatının geri kalanını alt dudağı zemine bakacak şekilde gözündeki yaşlarla dramatize bir karikatür gibi kıpırtısız geçiriyor ve bir ‘tek’ olarak ölüyor yada eğer hala bi şeyler inşa edebilecek gücü varsa, yapmaya çalıştığı o basit yapıyı yıkarak, kendisine birlikte daha sağlam işler çıkarabileceği yeni bir ortak aramaya koyuluyor. Tek olarak bir yapı inşa etmek istiyorsan bu iki seçenek dışında şansının olmaması; adaletsiz iki takımın oynadığı maçtaki güçsüz oyuncuların kaçınılmaz yenilgisi.
Onu izlerken, onun derme çatma bir kulübe yapmasına gönlüm razı olmadı ve ben de yanına giderek hiçbir şey demeden yerdeki betonuna birkaç damla göz yaşı akıttım. Göz yaşımı akıttım çünkü benim de yeni bir kuleye ihtiyacım vardı.
İhtiyaç duymak; kazanmak için çaba verme gerekliliği, zafere giden dikenli yol, binlerce küçük kesik, yırtılmış elbiseler ve çıplak ayaklar, gözlerdeki hırs, ormanın korkunçluğuna rağmen oradan geçmen gerektiği, verilen karar, edilen küfür ve ihtimal verilmeyen yok olmuş korku, istemek, istediğin şeyin olması kararı, binlerce mantıksız karar ve net olmayan seçimler, hatalara rağmen devamlılığı sağlamak, iyi kısımları çöp kutusuna doldurmak, şeytanla sevişirken buz tutmayı istemek, düşündüğünü istemek, birisini istemek, her şey hakkında yüzlerce şey istemek; ihtiyaç duymak.
Akıttığım birkaç gözyaşı ile farklı yüreklerden çıkarak betonun üzerinde birleşen tuzlu damlaları hissettikten sonra yerdeki soluk beton birden rengini değiştirerek güçlendi, ışık saçtı ve sonra ikimizin gözlerinin içine bakarak ihtiyar bir bilgin suretiyle bize gülümsedi.
Elindeki mikrofona, ’ Evet, ‘ diye bağırdı arabanın üzerindeki Sam Amca kılıklı yavşak adam. Bu adam kendisine Eros diyordu, ‘ Kule yapımı yarışmasına iki adayımız daha katıldı! Bakalım bu iki yeni yarışmacı neler yapabilecek? Hep birlikte göreceğiz sevgili seyirciler! Sevgiyle kalın, onunla yaşayın!’
Tertemiz tüylü biri dişi diğer erkek olan iki atın çektiği mavi renkli eski model araba yıkıntıların arasında ilerleyip, görüş açımızdan çıkarken biz bu Eros denilen adamın rahatlığı nedeniyle bir an ağlamayı keserek birbirimize baktık, hissettik, gülümsedik ve sonra hiç konuşmadan çalışmaya başladık.
Önce birbirimizin arsalarını birleştirdik ve ortadaki büyük enkazı temizledik; alanlarımız üzerindeki büyük taşları, tuğlaları zorlukla parçaladık, paramparça ettik. Asırlar sonra parçalarımız, korkularımız, anılarımız, kabuslarımız, fikirlerimiz, nefretlerimiz, sevmediklerimiz, zarar aldıklarımız… Kısacası birbirimizin enkazında yok olmasını istediğimiz her şeyi kutsal kitabımızdan okuduğumuz sarı renkli, yapımı çok zor olan büyülerle, çekiçlerle, yumruklarla, silahlarla, küreklerle, tırnaklarla, fikirlerle, gerçeklerle, seçeneklerle, sevgiyle ve sabırla kırdık; toz oldular ve havaya karıştılar. Belki temeli atmadan önce birkaç küçük pürüz kaldı ama o kadar kusur o kadar zahmetli bir iş için o kadar da önemli değildi.
Sonra seviştik…
Birbirimizi her öptüğümüzde, bakıştığımızda, dokunduğumuzda, güldüğümüzde, konuştuğumuzda, öfkelendiğimizde, anlattıklarımızda ve ağızlarımızı susturup gözlerimizi konuşturduğumuzda, çalıştığımızda, yürüdüğümüzde, paylaştığımızda, karı-kocacılık oynadığımızda, birlikte asla unutulmayacak toz pembe anılar yarattığımızda; yaptığımız her iyi şeyde, birbirimizden küçük taşlar doğurmaya başladık. Doğan taşlara genel olarak ‘oluşmaya başlayan büyük aşk’ adını verdikten sonra oluşmaya başlayan büyük aşklarımızı içimizde bir yerlerde biriktirdik, muhafaza ettik ve o içimizdeki yeri bir depo gibi özenle ağzına kadar doldurduk ve taşıyamayacağımız kadar ağır olduklarını hissettiğimiz zaman birbirimizin içine geçerek tek beden olduk ve boşaldık… Boşalttık…
Boşalarak, çocuklarımızı , taşlarımızı dışarı attık. Sonra tek beden olmayı defalarca belki onlarca, belki yüzlerce, belki de binlerce kez tekrarladık; kule için taş gerekliydi ve taş içinde boşalmak…
Dudak ıslaklığı, kapalı gözler, dilin tükürüğü ve utangaçlık, kayganlık, et, ter kokusu, hızlı nefes, çıplaklık, hareket, adrenalin, fısıltılar ve inlemeler, kaygan kara delikler, çıldıracak gibi hissetmek, şaşkınlık… tarifsiz bir patlama… prezervatife, yatak örtüsüne, karşındaki bedenin içine veya üzerine yada herhangi bi yere dökülen taşlar…
Kule son hızıyla yükseliyor bebek… Sen sadece seviş yeter!
Ama ya kaos?
Bunları yaparken yıkımın hiç gelmeyeceğini düşünmek, bu konu hakkında düşünmemek ve tüm dikkatimizi kuleyi daha da yükseltmeye vermek… Kendi kendimize, kendi kendimizi kandırmak; bunu istemek yada çoğu zaman bir yıkımın olması ihtimaline kesinlikle imkan tanımamak ve bu konuda birbirimizi desteklemek; tehlikenin nefesi altında ıslık çalmak, kafana bir silah dayalıyken gülümseyebilmek, uçurum kenarına gözlerin bağlı şekilde meleklerle körebe oynamak, okul müdürüne siktir çekmek mesela; altındaki bisikletle otobanda son hızınla ters şeritte ilerlemek ve hiçbir arabanın sana çarpmayacağına inanmak, geleceğine güven dolu bir şekilde bakabilmek…
Sonra kulenin bitmesi; hiç değilse döne döne yukarıya doğru tırmanan yüzlerce basamaklı demir merdivenleri çıktıktan sonra içerisinde oturabileceğin pencereli, koltuklu bir odanın olması ve bu küçük odada yaşamaya başlamak, paylaşmak ve dışarıdaki manzarayı izlemek…
Eros ‘ un atlarının süzülerek gelip seni, onu ve kulenizi kucaklaması, yerinizden hareket etmeniz ve ufacık bir sarsıntıdan sonra yer çekimin hiçe sayarak havalanmak. Mutlu bir dehşet içinde pencerenizden dışarıyı izlerken sizi tutan atların birkaç kere sevinçle bağırdıktan sonra kanatlarını açmaları ve ardınızda bıraktığınız karanlık şehri kulenizin penceresinden son kez olduğuna inanarak izlemek, sonra ilerideki denizin görünmesi ve oraya doğru yaklaştığınızı fark etmek. Atların, kulenizi dört nala çekerek sizi denizin üzerine getirmesi ve arkanızda bıraktığınız karanlık şehir yerine artık gözlerinizin karşıdaki, o hep imrenerek baktığınız kıyıyı görüyor olması… Daha da güzeli her geçen saniye o kıyıya biraz daha yaklaşıyor olmak…
Evet, tebrikler!
Artık Yalnız Evsizler Şehri’nden ayrıldınız.
Ve denizin üzerinden uçarak Sevgi Şehri’ne girerken gökteki parlak yıldızların ‘HOŞGELDİNİZ’ şeklini alıp, sizi selamlaması. Mutlu şeylerden bahseden mutlulukça bir şarkı, dans etmek ve huzur dolu olmak! Büyük ihtimalle şu anda düşlerin en güzelini yaşıyorsunuz, paniklemeyin! Keyfini çıkarın!
Sonra denizin bitip birbirinden güzel kulelerle dolu şehrin üzerinde birkaç tur atmanız ve gezmekten yorulduğunuzu fark edince atların, kulenizi şehirdeki diğer kulelerden birisinin yanındaki uygun bir arsanın üzerine oturması ve orada yaşayan herkes gibi pencerenizden dışarı baktığınızda şehirdeki en yüksek eve, en ateşli aşka sizin sahip olduğunuzu görmeniz. Mükemmel hissetmek…
Artık her şey dört dörtlük…
Peki ya kaos?
İşte yıkımla ilgili olarak hiçbir şey düşünmeyeceğiniz tek zaman dilimi bu andır. Kulenizi tamamlamışsınız, atlar var güçleriyle kanatlarını çırparak sizi karşı kıyıya geçirmiş, şehirden güzel manzaralı bir yer almışsınız ve mutluluğu vücudunuzun içindeki en ufacık bir hücrede bile kolayca hissedebiliyorsunuz!
Birbirinizi seviyor ve sevginizi karşınızdakine ifade etmekten arda kalan zamanlarınızda da kulenizin daha da yükselmesi için düşündüğünüz projeleri tartışıyorsunuz. Hiç bir sorun yok, her şey mükemmel, kusursuzluk, mutluluk ve aşk, sorunlardan uzak olmak, rahat nefes, şehir ışıkları, destek olmak, el ele tutmak, ateşli sevişmeler, bitmeyen tuğla stokları, dudaklar, kirpikler, lunaparklar, kaçamaklar, çocuk oyunları ve hoş kıskançlıklar; mutluluğun salaklığı.
Artık Yalnızlar Şehri’ne geri dönme ihtimaliniz, yıkımdan bile daha uzak görünüyor gözünüze. Siz Sevgi Şehri’ndeki en büyük kulenin sahibi olan oradaki en mutlu çiftsiniz; bütün gözler ve sihirler sizin etrafınızda dolanıyor, zamanla kuledeki küçük oda genişleyerek eşyalarla dolmaya başlıyor, yeni pencereler, yeni odalar, mutfak ve hatta bi kaç tane tuvalet bile var.
Yaşamaya devam ediyorsunuz…
Aklınızda mı sizin kaos?..
Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gerçeği; belirsiz bir zaman diliminde gelen yıkıcı nesne.
Bir gün camdan dışarıya baktığınız zaman kulenizin, şehrin en yüksek evi olmadığının farkına varıyorsunuz ve evinizin boyunu neyin küçülttüğünü araştırmaya başladığınız zaman binanızın arka tarafına küçük bir evin yapılmış olduğunu görüyorsunuz.
Bir erkeğin gecekondusu sanki bir sarmaşık gibi sizin ve ortağınızın kulesine yapışmış ve ikinizin o muhteşem kulenizin, size ait olmayan diğer tarafındaki duvarını kendisine doğru çekiyor…
İşte siktiğimin yıkımı başlıyor!..
3-2-1!..
Başımı gökyüzüne kaldırdım; hava karardı, müzik sustu, gülüşmeler kesildi, huzur kayboldu, kuşlar sustu, dalgalar duruldu….
Bir şimşek çaktı! Tam benim kulemin üzerine vuran mavi renkli elektrik yüklü öfke dolu bir ışık!
Ardından gökyüzü ikiye yarıldı ve mavi göğün pamuk bulutları bir yara gibi açılarak arkalarında saklanan sönük yıldızlarla dolu siyah uzay boşluğunu gözlerimin önüne serdi. Şehirdeki bütün canlılar dehşetle ağızlarını açarak gökyüzüne doğru bakmaya başladılar…
Kitlelerin sessizliği…
İşte kaos!
Dev bir meteor taşının usta bir futbolcunun kullandığı serbest vuruşta kendisini doksana girmek için şartlandırmış bir futbol topu gibi havada sabit turlar atarak , kaleci olan göğün ellerinden sıyrılması, ve kale çizgisini geçtikten sonra tam doksanda duran kulemim üzerine var gücüyle çarparak, yapmak için götümü yırttığım binanın bana ait bölümünü tuz buz etmesi…
İşte yıkım, işte sonuç…
Yarısı sanki ortadan bir baltayla tek vuruşta kesilmiş bir kütük gibi ayakta duran ve arkasındaki gecekondunun, üzerinde bir sülük gibi yapışarak hareket edip, bir zamanlar benim olan bölüme kayması ve orada yerden, sıfırdan yeni tuğlaların oluşmaya başlamasını kendi gözlerimle görmemin bana verdiği tarifsiz acı, şaşkınlığın salaklığı…
Temel atma yok… Uzun süredir stoklanan tuğlalar var...
Gözlerimden yaşlar akarken havada süzülen iki tane yaralı, kirli ve yorgun eşeğin bana doğru süzülerek yanıma gelmeleri; beni ve yıkıntılarımı alarak hep birlikte havaya tırmanmamız, rahatsız bir yolculuk, arkamı dönüp Sevgi Şehri ‘ne son bakışım; üzgün yıldızların ‘ELVEDA’ demeleri ve altımda giderek karanlıklaşan bir deniz, mentolden kasvete dönen hava, ilerideki yıkıntılar, eşeklerin durmak bilmeyen osuruk sesleri, ardımda kahkahalar, içimdeki yara, kalbim, ruhum; duygularım ve düşüncelerim…
Şehre inerken iğrenç bir hoş geldin töreni, arabasındaki Eros, Eros ‘un kahkahaları, boktan bi arsaya konmak ve eşeklerin yine bana osurarak veda etmelerinden sonra yıkıntının önüne oturarak ağlamaya başlamam… tekrar en başa dönüş…
Kaos!
Kalbimin Aklımın Onurumun Sikilmesi!
Yara ve yalnızlık…
Teklik…
Düşünce…
Depresyon modu, aşırı nefret, kusulmaya hazır öfke, saatli bomba; el Fatiha!..
Dizlerimin üzerine çökmüş, önümdeki paramparça yıkıntının başında sessizce oturmuş, ağlıyorum. Yüreğim ve umutlarım da, tıpkı üzerindeki tozları hala havada süzülen enkaz haline gelmiş kulem gibi.
Yok olmuş berbat bir beton yığını; süzülürken yerdeki yavşak bir avcının tüfeğindeki ibne bi mermi tarafından vurulduktan sonra üzerindeki yaranın anlamsızlığına anlam aramaya çalışırken artistik saltolarla yere düşen büyük hayaller, yere çakıldıktan sonra çarpan o tok ses, etin ezilmesi, kemiğin kırılması, gözlerin biri açık diğeri kapalı, ağızda kan, sıfır düşünce, ölçüsüz acı, son nefes, boşluğun anlamsızlığı, soru işareti, siyah beyaz hızlı kesitler, uzun topal bir adam, konuşabilen bi kelebek, işaretler ve yollar, koşarak yanına gelen ve seni kokladıktan sonra ağzına alan bir köpek, salya ve deprem, tahtanın üzerine geçirilen tırnaklar, mantıksız kararlar, üzerinde ip atlayan bir kızın her neşeli sıçrayışında üstüne basarak seni biraz daha yere gömmesi, kendini suçlama, bilinmeyene kaçış, kabuslar ve ter, avcının gururu, sahte bir kontrast, iç kanama, eroinin kanda dağılması, faili meçhul bir ölünün kapı önüne bırakılmış sahipsiz ayakkabıları, şezlonglar, attığı her adımda sinsice sallanan bir kalça, kavga etmek için bilinçlice atılmış bir omuz, katil jet motorları, dişlerin üzerindeki nikotin görüntüsü, küvete damlayan kan, havada uçuşan kuş tüyleri, şıpırtı sesi, tütünün arasına serpilen esrar, plastik su kovaları, jelatinden bir kefen, yıkımın sana yanında getirerek tanıştırdığı aziz dostu; ölüm. Birbirleriyle ne kadar eşitlik sağlıyorlar!
Birkaç kaçma çabası, birkaç vücut… Anlamsız!
Neden sonra sırtımda bir el, yumuşacık, güzel bir koku, ince ve aklı bir ses, iyi hissetmek, merak…
“Bana yardım eder misin?“
Güzel bir yüz, çok güzel büyük ve iri gözler; içlerinden dışarı zeka fışkırıyor; altta ellerindeki bardaklarla bunu paylaşmaya çalışan elleri bardaklı cüceler, öpülmeyi bekleyen ıslak dudaklar; yarı aralık yarı gülümsüyor, kabarık ve uzun saçlar; sürekli şekil değiştiriyor; saçların helezonu, aşırı kendini beğenmiş havalı bir ifade; aslında çok masum ve tatlı, güzel ve biçimli göğüsler, mükemmel bir popo, incecik bir bel, göbek deliği ufak bir badem, muhteşem bir sırt, kumrala çalan bir ten; pürüzsüz, ateşli, seksi… çok seksi…
Afallıyorum…
Ama tekrar soruyor, “Bana yardım eder misin?“
“Ne hakkında?“
“Uzun süredir bir kule yapmaya çalışıyorum ve sanırım bunu tek başıma yapamayacağımı anladım…“
Onun lafını bitirmesine fırsat bırakmadan, “Birlikte yapalım o zaman!“ diyorum neşeyle.
Dudakları hüzün ve umutla kıvrılıp, “Süper!..“ diye seviniyor..
Elimden tutarak beni ayağa kaldırıyor ve biz birbirimize gülümserken yanımızdan tekrar Eros ‘ un arabası geçiyor ve Eros tekrar tüm gücüyle bağırarak yeni bir kule yapımının başlamış olduğunu cümle aleme ilan ediyor.
Arabayı çeken atlara bakıyorum; sanki bize gülümsüyorlar; buralı değiller, kesinlikle denizin diğer tarafında bi yerlerde doğmuşlar ve bir an için onlardan biri olmak istiyorum, onlar kadar büyük ve rahat gülümsemek için.
Mutluluk, düşünce, inanmak, biz kuşlara atılan huzur kırıntıları, bir pantomim, göz yanılması, aşk ve tutku, aşırı şehvet, ateş, klavye tuşları, gerçeğin sanallığının doğruluk ihtimali, esrar, kitap ve nefret, alev alan bir çakmak, viskiler ve kafa bulma müzikleri, seks, isyan ve umut, başarabilme ihtimalleri, göz ağrıları, geçirilmiş uyku saatleri, muhabbetler, faturalar, dolup boşalan kahve fincanları, nedensiz kavgalar, öldürücü kıskançlık, öfke, izmaritler altında orospu olmuş fahişe kül tablaları, çalışmayan kameralar, donuk resimler, ifadeler, aşırı merak, doğru olduğu inancıyla harcanan saatler, okul muhabbetleri, dersler ve ödev stresleri, geri zekalılar, mankafalar, sapıklar ve yavşaklar, uzak durmak, rezil olmak, uçurumlar, imkansızlığın imkansız olduğu, köşe kapmacalar, köşeye sıkıştırmalar, dolaplar, kapaklar, yalanlar, damarlarımızda gezip duran sarhoş alkol, polisler ve siren sesleri, kahkahalar…
Aşk…
Bir başlangıç…
Eros ‘un arabası gözden kaybolurken biz enkazı temizlemeye girişiyoruz ve bu seferki ortağımın oldukça fazla inatçı ve zeki olduğunu fark ediyorum. Bu işimize yaradığı kadar kulenin yapımını da zorlaştıracak ama bu sefer de zoru denemek istiyorum çünkü gerçekten aramızda bir elektrik var; akımı hissedebilmek, fark edebilmek hatta görebilmek!
“Adın ne senin?“ diye soruyorum.
“Başka bir kadın.“ diyor gülümseyerek.
başkabirkadınveben kulesi inşaatı; çalışmalarımız son hızla devam ediyor…
Peki ya yıkım?
Bunu düşünmeyi gerçekten istemiyorum; şu anda içimde umuttan başka hiçbir şeye yer yok.
Kuleyi yapıp tekrar Sevgi Şehri ‘nde yaşamak…
Kalbimde Aklımda Onun Sevgisi…
Kaos.
.son
2006 ocak
.alican
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder